Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 6034 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 4741 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : SİVASLI ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 12/07/2006NUMARASI : 1991/184-2006/128Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ....'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, sahtecilik ve vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil olmazsa bedelin tahsili isteğine ilişkin olup, yargılama sırasında bedelin tahsili isteğinden vazgeçilmiştir. Davacı, 1987 yılından beri felçli ve yatalak olduğunu, yurt dışında yaşadığını, Sivaslı Noterliğince düzenlenen 21.8.1987 tarihli sahte parmak izi kullanılan vekaletname ile davalı M.. B..'un dava konusu 24, 559 ve 730 parsel sayılı taşınmazlarını öz kızı olan P... S...'e 25.6.1990 tarihli akitle tapuda satış göstererek devrettiğini, bu satışlardan ancak Eylül 1991'de yurda dönünce haberdar olduğunu, böyle bir vekalet verdiğini hatırlamadığını, tüm hukuki işlemlerde imza kullandığını, vekaletteki parmak izi kendisine ait olsa bile vekalet görevinin kötüye kullanıldığını ileri sürerek tapu iptal-tescil olmazsa taşınmazların bedelinin tahsili isteğiyle eldeki davayı açmış, yargılama sırasında davacının ölümü ile mirasçıları davaya devam etmişler ve vekile karşı açılan tazminat isteğinden vazgeçtiklerini bildirmişlerdir.Davalılar, düzenleme vekaletnamenin usulüne uygun ve gerçek olduğunu, taşınmazların davacının rızası ile gelinine satıldığını, vekil hakkındaki tazminat davasından vazgeçildiğine göre vekil yönünden de davanın reddi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, vekâletnamedeki parmak izinin Ramazan Söylemez'e ait olduğu, verilen kesin süre içinde davacı taraça gerekli keşif avansının yatırılmadığı, davacıların iddialarını ispatlayamadıkları gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının okur-yazar olmadığından bahisle parmak izi kullanılan ve iki tanık huzurunda düzenlenen Sivaslı Noterliğinin 21.8.1987 tarihli vekâletnamesi ile davacı R... S...'in satış yetkisini de içerecek şekilde dünürü M.. B..'u vekil tayin ettiğini, davalı vekilin bu vekaletnameyi kullanarak 25.6.1990 tarihinde davacıya ait 559, 730 ve 24 parsel sayılı taşınmazları kendi kızı, davacının ise gelini olan davalı P... S...'e satış suretiyle temlik ettiği, vekilin aynı vekaletname ile davacının banka hesabındaki parayı da çektiği, Ramazan mirasçılarının banka hesabındaki para için vekile karşı açtıkları alacak davasının kabul edilerek kararın kesinleştiği, Polis Kriminal Laboratuvarının 23.6.1995 tarihli raporunda vekâletnamedeki parmak izinin davacıya ait olduğunun bildirildiği anlaşılmaktadır.Gerçekten de, vekâletname altındaki parmak izinin davacıya ait olduğu saptanmak suretiyle sahtecilik yönünden davanın reddinde bir isabetsizlik yoktur.Ancak, her ne kadar dava 14.12.2005 tarihinde keşif avansı yatırılması için verilen kesin süreye uyulmaması nedeniyle reddedilmiş ise de kesin süreye uyulmamış olması sadece keşif delilinden vazgeçildiği anlamına gelir. Öte yandan, mahkemece vekalet görevi kötüye kulanılarak taşınmazların temlik edildiği iddiası bakımından hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı da yoktur. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1 maddesi) Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilinin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olayda, davacının vekiline satış yetkisi vermiş olması vekilin vekâlet görevini kötüye kullanmak suretiyle vekil edeni zararlandırma amacıyla hareket etmesini gerektirmez. Vekil edenin gerçek iradesi ile vekilin bu iradeye uygun hareket edip, etmediği ve zararlandırma kastının bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması zorunludur.Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde iddia ve savunma doğrultusunda davacıların keşif dışındaki diğer tüm delillerinin toplanarak gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, temliklerin iradi mi yoksa vekâlet görevi kötüye kullanılarak mı gerçekleştirildiğinin toplanan ve toplanacak tüm delillerle birlikte değerlendirilerek açıklığa kavuşturulması, vekilin vekil edeni zararlandırma kastı taşıyıp taşımadığının ortaya konulması, davanın niteliği gereği tanıkların yeniden dinlenilmesi ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme sonucunda noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı biçimde hüküm tesisi isabetsizdir. Davacıların açıklanan yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.04.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.