MAHKEMESİ: ALANYA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 18/11/2008NUMARASI: 2004/476-2008/544Taraflar arasında görülen davada;Davacı, yaşlı bir insan olup yaptığı hukuki işlemin ağırlığını, önemini bilebilecek akli meleklere sahip olmadığı bir sırada davalı oğlunun “ sağlık karnesi çıkartacağı, imzası gerektiği” telkiniyle kandırıp 159 ada 2 parsel sayılı taşınmazını tapuda devir yapmasını sağladığını, imza vermezse sağlık güvencesinin olmayacağı, hastalansa kimsenin ilgilenmeyerek sıkıntı yaşayacağı ve zor durumda kalacağı korkusu yaratarak menevi ikrah ile taşınmazın devrini temin ettiğini, işlemi yeni öğrendiğini ileri sürüp tapu kaydının iptali ile adına tescilini ve davalının elatmasının önlenmesini istemiştir.Davalı, davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini, satış tarihinden itibaren dava konusu taşınmaz üzerinde imar ve ihyaya yönelik olarak büyük masraflar yaptığını bildirip davanın reddini savnumuştur.Mahkemece, hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşmalı temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ....'ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma isteği değerden reddedilerek gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali –tescil ve elatmanın önlenmesi isteklerine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının kayden maliki bulunduğu 159 ada 2 parsel sayılı tarla vasıflı taşınmazını 30.5.2001 tarihinde davalı oğluna satış yoluyla temlik ettiği görülmektedir.Davacı, işlem sırasında akıl sağlığının yerinde olmadığını ve kandırıldığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Ne var ki, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı iddia bakımından yeterli bir araştırma yapıldığı söylenemez. Bilindiği üzere;davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Hal böyle olunca, öncelikle davacının temlik tarihinde hukuki işlem ehliyetine haiz olup olmadığı yönünde Adli Tıp Kurumundan rapor alınması, hukuki ehliyete haiz olmadığının saptanması durumunda, davacıya vasi tayin edilmesi ve husumete izin kararı aldırılıp, usuli eksiklikler giderildikten sonra işin esasının incelenmesi, davacının hukuki ehliyete haiz olduğunun anlaşılması halinde hile iddiası bakımından değerlendirme yapılarak bir karar verilmesi gerekirken, değinilen hususlar göz ardı edilmek suretiyle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26.5.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.