MAHKEMESİ : ŞİLE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 08/05/2013NUMARASI : 2009/319-2013/216Taraflar arasında görülen arasında görülen tapu iptal, tescil, tazminat olmazsa tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, davalı tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 21.04.015 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat İ... A... ile temyiz edilen davacı A.. Y.. ve vekili Avukat A.. N.. Ç.. geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:-KARAR-Dava , muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal, tescil,tazminat olmazsa tenkis isteğine ilişkindir.Davacı, mirasbırakan annesi S.. Y..'ın 473, 476 ve 477 parsel sayılı taşınmazlarını mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, 473 parsel sayılı taşınmazın İSKİ Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırılarak davalıya 600.000,00 TL ödendiğini ileri sürerek, payı oranında tapu iptal ve tescil olmazsa tenkis, henüz hükmen tescil kararı verilmeyen 473 parsel sayılı taşınmazın kamulaştırma bedelinden payına isabet eden miktarı olan 150.000,00 TL'nın tahsiline karar verilmesini istemiş, yargılama sırasında ıslah ile 476,477,478 ve 479 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının payı oranında iptali ile adına tesciline, 473 parsel sayılı taşınmazın keşifte belirlenen değerinin miras payına isabet eden 274.764,05 TL'nin tahsili isteminde bulunmuştur.Davalı, murisin sağlığında yapılan işlemlerden mirasçıların haberdar olduğunu, davacıya da 474 ve 475 parsel sayılı taşınmazların verildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, iddianın sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriğinden toplanan delillerden; çekişme konusu 473, 476,477, 478 ve 479 parsel sayılı taşınmazların muris Sündüs tarafından 29.04.2004 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik edildiği, aynı akitle 475 parsel sayılı taşınmazın dava dışı mirasçı N.. B..'a, 474 parsel sayılı taşınmazın da davacı Ahmet'e temlik edildiği anlaşılmaktadır.Davacı, çekişme konusu taşınmazların mirasbırakan tarafından davalıya temlikinin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (nitelikli-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve l.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de 4721 s. Türk Medeni Kanununun 706, 6098 s. Türk Borçlar Kanununun 237 (818 s. Borçlar Kanunun 213) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki kişisel ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Öte yandan miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur.Somut olaya gelince; mahkemece yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde inceleme ve araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Öte yandan, davacı dava dilekçesinde 473,476 ve 477 parsel sayılı taşınmazları dava konusu etmiş, bilahare ıslah ile sonradan 478 ve 479 parsel sayılı taşınmazları da davaya dahil etmiştir. Bilindiği üzere ıslah, tarafların yapmış oldukları usuli işlemleri belli kurallar çerçevesinde kısmen veya tamamen düzeltmelerini sağlayan bir yöntem olup, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)'nun 176. (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 83. md.) maddesi uyarınca tahkikat sona erinceye kadar sözlü ya da yazılı olarak ıslah yapılabilir. Hukukumuzda dava açıldıktan sonra davanın sebebinde, konusunda, delillerde ve diğer hususlarda usule ilişkin işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi mümkün olduğu gibi davanın konusunda da ıslah mümkündür. Dava konusunun ıslah yoluyla artırılabilmesi ancak davacının kısmi dava açmış bulunmasına ve haklarını saklı tutmuş olmasına bağlıdır(YHGK'nun 8.10.2003 tarihli 2003/9-510E. 2003/55K. sayılı kararı). Bununla birlikte, davacının karşı tarafın rızası olmaksızın tamamen ıslah yoluyla davayı değiştirilebileceği de kabul edilmektedir (HUMK'nun 185/2., HMK'nun 141/2. md.). Değinilen bu düzenlemeler gözetildiğinde; dava konusu edilmeyen bir şeyin ıslah yoluyla davaya ithaline ve dava konusu haline getirilmesine yasal açıdan olanak bulunmamaktadır (HGK'nun 29.06.2011 tarihli 2011/1-364E. 2011/453K. sayılı kararı). Zira başlangıçta dava edilmeyip ıslahla davaya katılmak istenen taşınmazların, ayrı müddeabih olmakla ayrı bir davanın konusunu teşkil edeceği açıktır. Her ne kadar 1086 sayılı HUMK'nun 88. ve 6100 sayılı HMK'nun 180. maddesi gereğince davanın tamamen(kamilen) ıslahı mümkün ise de, eldeki davada böyle bir talepte bulunulmamış ve buna yönelik herhangi bir işlem de yapılmamıştır. Bu itibarla 473,476 ve 477 parsel sayılı taşınmazlar hakkında açılmış olan eldeki davada, başta dava edilmeyen 478 ve 479 parsel sayılı taşınmazların davaya dahil edilmesine yönelik 28.03.2013 tarihli ıslah dilekçesinin usul ve yasaya uygun olduğunu söyleyebilme imkanı bulunmamaktadır.O halde, dava dilekçesinde dava konusu edilmeyen 478 ve 479 parsel sayılı taşınmazlar bakımından usulüne uygun harçlandırılarak açılmış bir dava bulunmadığı gibi ıslah ile davaya yeni taşınmaz dahil edilmesinin mümkün olmadığı gözetilerek, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir. Öte yandan 473 parsel sayılı taşınmazın kamulaştırma bedelinin 799.825,90 TL olduğunun Şile Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 07.05.2010 günlü ve 2009/511 E. 2010/379 K. Sayılı kararı ile tespit edildiği ve kararın kesinleştiği göz ardı edilerek, bu bedel üzerinden hüküm kurulması gerekirken, anılan taşınmazın keşifte belirlenen bedeli üzerinden karar verilmiş olması da doğru değildir.Hal böyle olunca, yukarıda belirlenen ilkeler gereğince inceleme ve araştırma yapılması, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır ve taşınmaz mallar ile hakların araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınması böylece yukarıda değinilen anlamda bir paylaştırma kastının bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması da isabetsizdir. Davalının bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 31.12.2014 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 1.100.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, 21.04.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.