Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 5835 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 16009 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : AKSARAY 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 20/04/2012NUMARASI : 2009/156-2012/156Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimiraporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 7 ve 12 parsel sayılı taşınmazların taksim sonucunda davacı F. S., davalı M.Z.S. ve dava dışı H. S. adına 1/3 paylarla kayıtlı iken, davacıya ait 1/3 payın kardeşi olan davalı M. Z.S.tarafından Gölcük 2. Noterliğinin 11.03.2005 tarihli vekaletnamesine dayalı olarak eşi olan davalı S. S.’ya 23.12.2005 tarihinde satış suretiyle temlik edildiği, davacının anılan temlikin vekalet görevi kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu 506. madde) "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince, 23.12.2005 tarihinde çekişme konusu payların satış işleminin yapıldığı, satıştan sonra 15.02.2006 tarihli belgede davacı ve diğer tüm mirasçıların davalı M. Z.i ibra ettiği, sözü edilen belgenin imzalı boş kağıdın üzeri doldurulmak suretiyle oluşturulduğu iddiasının usulüne uygun biçimde kanıtlanamadığı, öte yandan hükmün gerekçesinde “her ne kadar 15.02.2006 tarihli belge altında davacının imzası bulunsa da tanıkların beyanları dikkate alındığında metin kısmının sonradan daktilo ile yazılma olasılığının yüksek bulunduğu” hususuna değinilerek anılan belgeye itibar edilmediği belirtilmiş ise de, varsayımın hükme esas alınamayacağı açıktır. Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. Davalıların temyiz itirazının kabulü ile, hükmün açıklanan (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 18.04.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.