MAHKEMESİ : ÇAYCUMA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 06/10/2006NUMARASI : 2002/515-407Taraflar arasında görülen davada;Davacı, davalılar ile olan ticari ilişkileri sırasında borçlanması üzerine aralarında yaptıkları anlaşma gereğince borçlarını ödemek için .. ada ...parsel sayılı taşınmazını davalıların teminat olarak istemeleri, yoğun baskıları ve tapusunu geri verecekleri konusundaki hileli davranışları sonucu değeri 150 000 000 000 TL olan evin tapu kaydında 10 000 000 000 TL bedel gösterilerek davalılara devredildiğini, ticari ilişkileri nedeniyle alacaklı durumda olduğu halde davalıların anlaşmaya aykırı hareket ederek evi iade etmediklerini ileri sürüp şimdilik 1 000 000 000 TL alacağın müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline, evin tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalılar, kendilerine olan borcunu ödemeyen davacının borçlarına karşılık olarak dava konusu taşınmazı ..devrettiğini, taşınmazın yeniden satışa çıkarılması üzerine davacının isteği ile yaptıkları resmi şekle uygun olmayan satış vaadi sözleşmesinin geçersiz olduğunu, davacının bu sözleşme ile yüklendiği edimi de ifa etmediğini, halen kendilerine borçlu olduğunu bildirip davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, davacının dayandığı yazılı belgenin devirden önce verilmiş inanç sözleşmesi olarak kabul edilemeyeceği, davacının yemin de teklif etmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, 22.5.2007 tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 22.5.2007 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat A..Ö..,Av.F..K..A..ile temyiz edilen vs. vekili Avukat R.. Ö.. geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ....tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü : - KARAR-Dava, tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacı C..in davalı S...dan almış olduğu borcun karşılığı olarak malik olduğu ..ada..parsel sayılı taşınmazı satış göstermek suretiyle davalıya temlik ettiği ve taraflar arasında bu işleri teyit eder nitelikte "anlaşma" başlığını taşıyan tarihsiz belgenin düzenlendiği anlaşılmaktadır.Mahkemece, anılan belgenin tarih taşımadığı ve içeriğindeki sözcüklere belgenin akitten sonra düzenlendiği anlamı verilerek 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının öngördüğü belge niteliğini taşımadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği görülmektedir.Gerçektende taraflar arasındaki hukuki ilişkinin inançlı işlemden kaynaklandığı açıktır.Dava, inançlı işleme dayalı tapu iptal ve tescili isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Bilindiği üzere ; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan , onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır. Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez. Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan M.K.nun 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (Borçlar Kanunu mad.81) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler.Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanununun 19 ve 20 maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamıyacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın;inanç sözleşmelerinin ,yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında,onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu;taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.Bilindiği üzere; uygulamada mesele,5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu,bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler”dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde ,mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup,halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamıyacağı ,zira Borçlar Kanununun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamıyacağı,meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasasının 18.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta,nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile isbatının mümkün olduğuna,hükmolunmuştur.İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı,sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır.N...-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur.Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa ,özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan,mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir.Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.Somut olaya gelince, taraflar arasında borç alma karşılığı çekişme konusu taşınmazın mülkiyetinin davalı tarafa devredildiği ve bu işlemle ilgili olarak "anlaşma" başlığını taşıyan sözleşme yapıldığı konusunda taraflar yönünden çekişme bulunmamaktadır.Esasen Camcuma 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.11.2003 tarih 2002/690 Esas 2003/507 Karar sayılı tasarrufun iptaline ilişkin karar dosyasında davalı vekilince taraflar arasındaki ilişkilerin açıkca karz mukabili temlik olduğuda bildirilmiştir.Ayrıca eldeki davada davalılar vekilinin 13.9.2004 tarihli havale dilekçesinde de aynı hususlar tekrar edilmiştir.Her ne kadar mahkemece, anılan belgede tarih bulunmadığı ve akitten sonra yapıldığı kabul edilerek neticeye gidilmişsede İnanç sözleşmesine dayalı iddiaların,şekle bağlı olmayan tarafların imzasını içeren yazılı belge ile kanıtlanabileceği 5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İnançları Birleştirme Kararının doğal bir sonucudur.Sözü edilen kararın gerek tartışma gerekse sonucu açıklayan bölümünde anılan yazılı belgenin akitten önce veya sonra düzenlenmesi gerektiği,başka bir deyişle akitten sonraki tarihi taşıyan belgelerin geçerli olamayacağına ilişkin herhangi bir ifade ya da hüküm yer almamaktadır. İnançları Birleştirme Kararı (nam-ı müstear davalarının mesmu ve yazılı delil ile ispatı caiz olduğuna....) dairdir. Bilindiği üzere,İnançları Birleştirme Kararları konuları ile sınırlı,sonuçları ile bağlayıcıdır.İçeriğinde yer almayan belgenin akit tarihinden önce düzenlenmesi yönündeki) koşulun yorum yolu ile İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamına alınması uygun değildir.Kaldıki, haricen düzenlenen ve herhangi bir resmi makamın onayını gerektirmeyen bir belgeye,akit tarihinden sonra düzenlenmesine rağmen önceki tarih atılmak suretiyle aranan şekli nitelik verilebilir.Açıklanan bu ilkeler karşısında dosyaya sunulan belgeye hukuki değer tanınması gerekeceği tartışmasızdır.Hal böyle olunca, öncelikle davacının davalıdan almış olduğu paranın ödenip ödenmediğinin belirlenmesi ve bu konuda BK.nun 81.maddesi hükmünün gözetilmesi ödendiğinin belirlenmesi halinde davanın kabulüne, aksi takdirde ödenmediği belirlenen miktarın anılan madde hükmü uyarınca davalı tarafa ödenmesi hususunda mahkeme veznesine depo ettirilmesi, ondan sonra bir karar verilmesi gerektiği halde yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 13.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 500.00.-YTL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına ve alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,22.5.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.