MAHKEMESİ : KIRKLARELİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 03/12/2009NUMARASI : 2007/623-2009/628Taraflar arasında görülen davada;Davacı, kayden maliki olduğu 2162 parsel sayılı taşınmazından 1000 m²lik yer vermesini talep eden abisi davalı Z.'nın bu talebini olumlu karşılayarak, eniştesi olan dava dışı R.'ye vekaletname vermiş olduğundan vekiliyle işlemleri yapabileceklerini söylediğini, ancak davalının taşınmazın bölünemeyeceğini öğrenmesi üzerine vekilinin sahte imzasıyla taşınmazın adına tescilini sağladığını, davalının gerek kendisini kandırıp, gerekse vekilini de aldatarak ve sahte imza kullanmak suretiyle temellükü gerçekleştirdiğini ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, çekişmeli taşınmazın dava dışı 2160 ve 2161 sayılı parsellerle hisseli olarak kayıtlı iken, davacının vekili ile aralarında yaptıkları 28.1.1988 tarihli taksim akti ile 2160 parsel sayılı taşınmazın müstakilen davacıya, 2161 ve çekişmeli 2162 sayılı parsellerin ise kendisine isabet ettiğini, iddiaların doğru olmadığını belirtip, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, çekişmeli taşınmazın davalı adına tesciline esas taksim akdindeki imzanın davacının vekili R.'ye ait olduğunun bilirkişi raporuyla saptandığı ve böylece resmi senedin geçerli bulunduğu, vekil Rahmi'nin davacı ile arasındaki vekalet akdine aykırı hareket edip etmediğinin işbu davanın konusu olmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . .'in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 2162 parsel sayılı taşınmazın kayden davacıya ait iken, davacı adına Kırklareli Noterliğinin 9.10.1986 tarih 20703 sayılı vekaletnamesiyle tayin ettiği dava dışı vekili R. U. ile davalı arasında düzenlenen 28.1.1988 tarihli taksim akdi uyarınca davalı adına tescil edildiği anlaşılmaktadır. Davacı; davalının, gerek kendisini gerekse vekilini kandırmak suretiyle ve vekilinin yerine sahte imza kullanarak çekişmeli taşınmazı temellük ettiğini ileri sürmüştür.Hemen belirtmek gerekir ki; vakıaları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelemeyi yapmak ve uygulanacak kanun hükmünü tespit edip, tatbik etmek hakime aittir. Dava dilekçesinin içeriğinden ve iddianın ileri sürüş biçiminden; davacının vekili aracılığıyla yapılan işlemin sahtecilik ve hile hukuksal nedenleriyle geçersiz olduğu yönündeki iddiasının, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da içerdiği kuşkusuzdur.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıdını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; mahkemece vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak araştırma, soruşturma, inceleme ve değerlendirme yapılmadığı gibi, vekalet akdine aykırı hareket edilip edilmediğinin işbu davanın konusu olmadığı yönündeki gerekçenin de doğru olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.Hal böyle olunca, yukarıda değinilen ilkeler gözetilmek suretiyle araştırma, inceleme ve soruşturma yapılması, toplanan ve toplanacak olan tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi ve ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacının, temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 13.5.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.