Anasayfa /
İçtihat /
Yargıtay Karar No : 549 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 13343 - Esas Yıl 2009
MAHKEMESİ : KARTAL 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 21/10/2009NUMARASI : 2008/368-2009/457Taraflar arasında görülen davada;Davacı, Kartal ilçesi 1118 ada 8 parsel sayılı taşınmazın 25/1200 payının adına kayıtlı iken davalı H. A. ile satış konusunda sözlü olarak 1986 senesinde anlaştıklarını, ancak daha sonra davalının vazgeçtiğini satış için dava dışı İ. H. P.'e Kartal 1.Noterliğinin 08.08.1987 tarih ve 52787 yevmiye nolu vekaletnamesini verdiğini, davalının taşınmazın parasını vermeyince vekaletnameyi vekilden aldığını, ancak vekilin Kartal 1.Noterliğine giderek suret aldığını, taşınmazdaki payının 08.01.1988 tarihinde davalıya satışının yapıldığını ileri sürerek 8 parsel sayılı taşınmazdaki 25/1200 payın iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalı; H. A., davacının iddiaların gerçek dışı olduğunu talebin zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddini savunmuş, diğer davalı ise husumet itirazında bulunarak davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davacı tarafından vekilin azledilmiş olmadığı ve özel vekaletnameye dayalı olarak satış işleminin gerçekleştirilmiş olduğu ve vekil veya mirasçılarına karşı vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiası ile açılmış bir dava da bulunmadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .....raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.Davalı Noter hakkındaki davanın reddedilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.Davalı H.'in temyizine gelince; bilindiği üzere, maddi vakıayı bildirmek taraflara, hukuki vasıflandırmayı yapmak hakime aittir.HUMK’nun 74, 75 ve 76. maddelerinden çıkan anlam ve sonuca göre, hakim, davacının bildirdiği maddi olay ve talep sonucu ile bağlı ise de; meydana gelen maddi olayda hangi hukuki sebebe göre hüküm verileceğini veya hangi hukuki sebebin nazara alınacağını tayin ve tespit etmek hakimin takdirindedir.Hatta, hukuki sebep yanlış gösterilmiş veya hiç gösterilmemiş olsa bile, mahkemece uygun hukuki sebep bulunarak ona göre karar verilecektir.Yukarıda değinilen ilke nazara alınarak somut olay değerlendirildiğinde, dava dilekçesi içeriğinden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden davada vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanıldığı sabittir.Bilindiği gibi, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.Hal böyle olunca, yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda tarafların iddia ve savunmaları gereğince delillerin toplanması gerekli araştırma ve inceleme yapılarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. Davacının bu yöne değinen temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 25.01.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.