ESAS NO : 2013/18906 KARAR NO : 2014/5473 MAHKEMESİ : ADANA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 24/06/2013NUMARASI : 2012/66-2013/550 Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tecsil ve tazminat davası sonunda, yerel mahkemece asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'ün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; -KARAR- Asıl dava, taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olmazsa tazminat;birleşen dava ise tazminat isteklerine ilişkindir. Asıl davada davalı Mehmet,iyiniyetli olduğunu bildirerek davanın reddini savunmuş;birleşen davada davalı Hayriye ise, iddiaların doğru olduğunu bildirmiştir. Mahkemece, asıl dava bakımından davanın tarafları arasında hukuksal ve eylemli ilişki bulunmayıp, davalı Mehmet'in taşınmazı birleşen davanın davalısı H.. A..' dan satın aldığı gerekçesi ile davanın reddine,birleşen dava bakımından ise taşınmazın anlaşma kapsamında iade edilmediği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacı Elif'in dava dışı eşi Yahya ile birlikte eşit paylarla malik oldukları 267 ada 1 parsel sayılı taşınmazların?? birleşen dosyada davalı Hayriye'ye 18.05.2010 tarihli satış suretiyle temlik ettikleri;Hayriye'nin de davacının kayınpederi (davacının eşinin babası) olan asıl davada davalı Mehmet'e 30.12.2011 tarihli satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır. Davacı, birleşen dosyada davalı Hayriye'ye eşi ile birlikte yaptığı temlikin, eşinin kavgaya karışması üzerine taşınmazlarının ellerinden alınmaması için ileride tekrar eşi ile birlikte kendisine devredilmek üzere muvazaalı olarak gerçekleştirildiğini;eşinin Hayriye'yi kandırarak hile ile "biz anlaştık,artık evin tapusunu bizim üzerimize geri ver" şeklindeki beyanıyla taşınmazın kayınpederi (eşinin babası) olan davalıya devrini sağladığını,bilahare eşinin kendisini evden kovduğunu ileri sürerek birleştirilerek görülen eldeki davaları açmıştır. Bilindiği üzere, Muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazen aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler (nisbi muvazaa) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir. Her ne kadar, muvazaayı düzenleyen 6098 s. Türk Borçlar Kanunun 19. (818 s. Borçlar Kanunun 18.) maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmeyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Türk Medeni Kanunun 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşaî) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasî) bir hüküm durumundadır. Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb'an dava açan kişi Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını ispat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanunun (HMK) 200 ve 201. (1086 s. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun (HUMK) 288 ve 290.) maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 203. (HUMK'nun 293.) maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi, muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde bile olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış yargısal içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir. Somut olaya gelince; Hernekadar davacı iddiasını yazılı delil ile kanıtlayamamış ise de maddi vakıa bir başka ifade ile çekişmeli taşınmazın davalı Hayriye'ye muvazaalı olarak temlik edildiği hususu ilk el olan Hayriye'nin kabulündedir. Taşınmazı Hayriye'den edinen asıl davadaki ikinci el konumundaki davalı Mehmet'in durumuna gelince; Mehmet,davacı Elif'in kayınpederi;Elif'in kocası Yahya'nın ise babası olup bir başka ifadeyle muvazaalı işlemi bilen ve bilmesi gerekli olan konumda bulunduğu Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır. Hal böyle olunca; asıl davada davacının ½ payının satışını kapsar şekilde tapu iptal ve tescil isteği yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacı vekilinin, bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile yerel mahkeme kararının (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.3.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.