MAHKEMESİ : DENİZLİ 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 29/12/2006NUMARASI : 2004/640-718Taraflar arasında görülen davada;Davacı, dava konusu .ada ..parsel sayılı taşınmazı 22.9.1997 tarihinde satıcı davalıdan aldığını davalının taşınmazı boşaltmadığını, oturmaya devam ettiğini ileri sürerek, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerinde bulunmuştur.Davalı, davanın reddini savunmuş, karşı davasında, taşınmazın davacıya satışının hileli ve hatalı olduğunu belirterek tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.Mahkemece, davalının davacıya ait taşınmaza haksız olarak elattığı gerekçesiyle davanın kabulü ile davalının elatmasının önlenmesine, ecrimisil talebinin feragat nedeniyle reddine, hata ve hile olgusunun ispat edilememesi nedeniyle karşı davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davalı(k.davacı) vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü. -KARAR-Dava, elatmanın önlenmesi, karşı dava tapu iptali tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden toplanan delillerden, çekişme konusu ..parsel sayılı taşınmazda bulunan ..nolu bağımsız bölümün kayden davacı C..e ait olduğu esasen taşınmazın öncesinde karşı davacı A..’ya ait iken vekili E..aracılığı ile davacı C..’e satıldığı anlaşılmaktadır.Davalı, E..e verilen vekaletin kendisine bir taşınmaz temlikinin yapılacağı ve üzerine para verileceği, buna karşılık kendi taşınmazının da temlik edilmesi gayesi ile vekaleti verdiğini, oysa kendi taşınmazının mülkiyeti intikal ettirilmiş olmakla beraber kendisine herhangi bir taşınmaz verilmediğini, üzerine de verilecek olan paranın da ödenmediğini ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.İddianın ileri sürülüş biçimi ve içeriğine göre davanın vekaletin kötüye kullanılması hukuksal sebebine dayalı olduğu açıktır.Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; vekil E..in taraflar arasındaki bu işlemden dolayı şikayet edildiği ve Denizli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.1.2002 tarih 1998/798 Esas, 2002/2 Karar sayılı kararı ile dolandırıcılık suçundan dolayı mahkum edildiği ancak, zamanaşımı nedeniyle Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 20.6.2005 günlü kararı ile ortadan kaldırıldığı sabittir.Anılan bu dosyada belirlenen somut olayın eldeki davada gözetilmesi gerekeceği kuşkusuzdur.Kaldı ki, taşınmazın gerçek değeri ile akitte gösterilen değer arasında aşırı fark bulunduğu görülmektedir.Diğer taraftan, bu taşınmazın temliki karşılığında davalı(k.davacı) A..’ya herhangi bir taşınmaz verildiği ve parasının ödendiği kanıtlanamamıştır.Bu olgu ve belgeler, yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde taşınmazın temlikinin vekil eden A..’yı zararlandırmak amacıyla yapıldığı, başka bir ifade ile vekaletin kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiği kabul edilmelidir.Hal böyle olunca, asıl davanın reddine, karşı dava olan tapu iptal ve tescil isteğinin kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere aksi görüşle karar verilmiş olması isabetsizdir.Davalının (k.davacının) temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15.5.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.