MAHKEMESİ : LÜLEBURGAZ 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 18/01/2010NUMARASI : 2009/315-2010/23Taraflar arasında görülen davada;Davacı, Lüleburgaz 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/89 esas sayılı dosyasında birçok bağımsız bölüm hakkında verilen ihtiyati tedbir kararının ... ada 4 parsel A Blok 1 ve 8 nolu bağımsız bölümlere sehven işlenmediğini, anılan bağımsız bölümlerin maliki olan davalı M...de 1 nolu bağımsız bölümü davalı M..'e, 8 nolu bağımsız bölümü ise davalı Ç..a satış suretiyle temlik ettiğini, ancak yapılan işlemlerin ihtiyati tedbir talep ve sonuçlarından kurtulmak amaçlı ve muvazaalı olduklarını, yolsuz tescilin düzeltilmesi gerektiğini ileri sürüp, tapu iptali ile davalı Mehmet adına tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı Muzaffer, öncelikle davacının sıfatı bulunmadığından davanın reddi gerektiğini beyan etmiş, davalı Ç..., muvazaa iddiasının asılsız olup tapu kaydına güvenerek iyiniyetli iktisabının korunmasının kanun gereği olduğunu belirterek, davanın reddini savunmuş, diğer davalı Mehmet de davanın reddini istemiştir.Mahkemece, davacının çekişmeli taşınmazlar üzerinde mülkiyet hakkına veya herhangi bir ayni hakka sahip olmadığı, bu nedenle davacı sıfatının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili ile davalı M.. Tetik vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ....raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. Davacı idare, çekişme konusu taşınmazlar hakkında verilen ihtiyati tedbir kararının taşınmazların kaydına sehven işlenmediğini, bundan yararlanmak suretiyle çekişmeli taşınmazların ihtiyati tedbir talep ve sonuçlarından kurtulma amaçlı ve muvazaalı olarak temlik edildiklerini ve yolsuz tescilin düzeltilmesi gerektiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.Mahkemece, davacı idarenin çekişmeli taşınmazlar üzerinde mülkiyet hakkına sahip olmadığından davacı sıfatının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Hemen belirtmek gerekir ki, Anayasa’nın 40 ncı maddesinin 3.fıkrasında “kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da kanuna göre Devletçe tazmin edilir.” hükmü öngörülmüş, 129 ncu maddenin 5 nci fıkrasında ise; “ memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği...” açıklanmıştır.M.K.nun 1007 nci maddesi bu bağlamda yorumlandığında, tapu sicillerinin tutulmasından ve bundan doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı ilkesinin benimsendiği anlaşılmaktadır.Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu devletin sorumluluğu tapu sicilinin tutulması sırasında, sicil memurunun hukuka aykırı işlemi ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekli ise de eylem yada işlemin kusura dayanması gerekmez.Zira devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Anılan ilke 27.3.1957 tarih ve 1/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile benimsenmiş, BK.nun 55 nci maddesindeki sorumluluğun kusura dayanmadığı 22.6.1966 tarih 7/7 sayılı İnançları Birleştirme kararı ile de tekrarlanmıştır. Adam çalıştıran (somut olayda devlet) objektif özen eksikliğinin doğurduğu zarardan sorumludur.Çalışanın seçiminde,talimat vermede ve denetlenmesindeki eksiklik yada bozukluk nedeniyle çalışan çevre ve ilgililer için hakların kazanılması ve kullanılması açısından özel bir tehlike oluşturur.Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi yada yitirilmesi bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır.Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, aykırı kayıtlardan doğan zararları da ödemeyi taahhüt etmektedir.Dayanıksız ya da hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmelidir.Diğer taraftan Tapu Sicil memurlarının sicilin hatalı tutulmasından sorumlu bulunacakları ilkesi yanında, sicilde yapılması gereken işlemi yapmamaları suretiyle ortaya çıkan olumsuz eylemlerin de aynı kapsamda düşünülmesi gerekeceğinde kuşku yoktur.Somut olayda; mahkeme kararı gereğince çekişmeli taşınmazların kaydına ihtiyati tedbir konulması gerekirken, sehven bu şerhin işlenmemesi nedeniyle temliklere konu edildikleri ve sicillerinin yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu iddia edilmektedir.Bu durumda, Hazinenin Türk Medeni Kanununun 1007. maddesi kapsamında tazminat davasına muhatap ve tazminata mahkum olabileceği gözetildiğinde, eldeki davanın açılmasında davacı idarenin hukuksal yararının bulunduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle davacının aktif dava ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi doğru değildir. Ne varki, asıl kayıt maliklerinin davada yer almalarının sağlanması gerekir ise de, gerekçeli kararda belirtilen Lüleburgaz 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2008/89 esas sayılı dosyasında davacılar Cengiz Tekkeli ve arkadaşlarının, çekişme konusu taşınmazlar da dava konusu edilmek suretiyle kat karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı olarak açtıkları tapu iptali ve tescil davasında çekişmeli taşınmazlar hakkında verilen ihtiyati tedbirin, eldeki dosyada dava konusu edilen bağımsız bölümlerin sicil kaydına işlenmediği ve davalı Mehmet tarafından diğer davalılara temlik edildiği anlaşıldığına göre, anılan davada HUMK.nun 186. maddesinin uygulanması söz konusu olacaktır. O davada verilecek iptal tescil veya tazminat kararının eldeki davayı gerek sıfat ve gerekse neticesi bakımından etkileyeceği de şüphesizdir.Hal böyle olunca, anılan davanın sonucunun beklenmesi ve ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması isabetsizdir. Davacı idare vekili ile davalı M.. vekilinin, temyizi itirazlarının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.5.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.