Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 5281 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 18418 - Esas Yıl 2013





ESAS NO : 2013/18418 KARAR NO : 2014/5281MAHKEMESİ : İSKENDERUN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 21/02/2013NUMARASI : 2011/473-2013/76Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'nin raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; Dava, yolsuz tescil hukuksal sebebine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece; çekişmeli taşınmazın önceki maliki Suriye uyruklu M. S.'ın mirasçısı olan G. C. tarafından açılan kamulaştırma kararının iptali istekli davanın idare mahkemesince reddedilerek kesinleştiği, yine İskenderun 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1992/34 E- 1992/272 K sayılı kamulaştırma ilamının yargılamanın yenilenmesi yoluyla kaldırılması istekli davanında reddedilerek kesinleştiği bu durumda yolsuz tescilden söz edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan tüm delillerden; çekişmeli 43 parsel sayılı taşınmazın Suriye uyruklu Mihail kızı M. S. adına kayıtlı iken Akçalı Belediyesi Daimi Encümenliğince 02.11.1990 tarihinde halk plajı ve günü birlik dinlenme tesisi olarak kamulaştırılmasına karar verildiği, 07.01.1992 tarihinde tapu maliki taraf gösterilerek Kamulaştırma Kanunun 16.maddesi uyarınca açılan dava üzerine mahkemece tapu malikinin adresinin zabıta aracılığıyla araştırıldığı, olumsuz cevap üzerine ilanen tebligat yapılarak Hazinenin yokluğunda dava görülüp İskenderun 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1992/34E-1992/272K sayılı ilamıyla A.. B.. adına tesciline Karar verildiği, temyiz edilmeksizin 30.03.1994 tarihinde kesinleştiği, Alman vatandaşı G. C.'in; kayıt malikinin tek mirasçısı olduğuna dair İskenderun Sulh Hukuk Mahkemesinin 08.05.2001 gün 2001/562E-2001/505K sayılı mirasçılık belgesine dayanak İskenderun 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1992/34E-1992/272K sayılı ilamının yargılamanın yenilenmesi yoluyla kaldırılması isteğiyle 09.05.2001 tarihinde dava açtığı, Hazinenin davaya katıldığı, İskenderun 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2001/318E-2010/173K sayılı ilamla yargılamanın yenilenmesi davasının koşullarının bulunmadığı, usulsüz tebligatın öğenildiği tarihten itibaren süresinde temyiz yoluna başvurulması gerektiği halde anılan yola da başvurulmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, temyiz ve karar düzeltme isteklerinin Yargıtay 18.Hukuk Dairesince reddedilerek 11.10.2012 tarihinde kesinleştiği, G.C. tarafından 43 parselin kamulaştırılmasına ilişkin encümen kararının iptali isteğiyle dava açıldığı, Adana 1.İdare Mahkemesinin 2006/1765E-1014K sayılı ilamıyla süresinde açılmadığı gerekçesiyle davanın reddedildiği, temyiz edilmeksizin 13.09.2006 tarihinde kesinleştiği, Hazinenin anılan durumlara değinip yolsuz tescil hukuksal sebebine dayalı olarak tapu kaydının iptaliyle Mihail kızı M. S. adına tescil isteğiyle eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere, 15.6.1927 tarihinde yürürlüğe giren 1062 sayılı Yasa ile, Bakanlar Kuruluna karşılıklılık (Mukabele-i bilmisil) olarak bir devletin vatandaşlarının Türkiye’deki malları üzerindeki tasarruflarını kısmen veya tamamen tahdit, veya onlara el koyma yetkisi verilmiştir. Bakanlar Kurulunca, bu yasaya uygun olarak Suriye uyruklu kişiler hakkında 13.1.1939 tarih 2/10250 Sayılı Kararname çıkarılarak, taşınmazlarını başkalarına devretmeleri ve üzerlerine ipotek koydurmaları yasaklanmıştır. 23.6.1959 tarihinde kabul edilen sözleşme ile Türkiye Sınırları içinde kalan ve Türk Tabiiyetine geçmiş sayılan kimselere, Suriye ve Lübnan uyruğuna geçmek için sözleşme tarihinden itibaren 6 aylık ikametgahlarını nakletme, 18 aylık da mallarını tasviye için süre tanınmıştır. 31.5.1940 tarih 2/13629 Sayılı Kararname Lübnan ve Suriye uyruğunu tercih edenlerin mallarını, tanınan 18 aylık sürenin bitimine kadar zayii ve telef olmaması için nasıl idare edileceğine ilişkin yöntemleri belirlemiş, Suriye uyrukluların malları Devletçe konulan bu ilkelere göre idare edilmeye başlanmıştır. İlave olarak süresinde mallarını tasfiye etmeyen kişilerin mallarının, 2490 Sayılı Yasaya, göre tasfiye edileceği hükmü getirilmiştir. 14.2.1942 tarih 2/17317 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile de muvazaalı temliklerin, önlenmesi yönünden Suriye uyruklu kişilerin, borçlarından dolayı malları üzerinde haciz konarak satışlarının yapılabilmesi yasaklanmıştır. 18.11.1957 tarih 4/9697 sayılı kararname ise, Suriye uyrukluların, paydaşı olduğu taşınmazların rızaen taksimlerini yasaklamış ancak mahkeme eliyle şuyuun izalesine imkan vermiştir. Bunun yanında Medeni Kanunun 724 ve 725. maddesine göre temliken tescilleri önlenmiştir. Son olarak 17.10.1966 tarihinde yürürlüğe giren 1.10.1966 gün 6/7104 Sayılı Kararname ile de, Suriye uyrukluların mallarına Devletçe el konmuştur. Kısaca belirtmek gerekirse Suriye uyrukluların mallarının mülkiyeti 1966 tarihine kadar Devlete geçmemiş ise de, bu malların gerek mal sahibinin iradesi, gerekse iradesi dışında özel kişilere geçmesi önlenmiş, onlara vaziyet edilmiş üzerlerinde gittikçe artan bir hakimiyet kurulmuş, sonunda da söz konusu kararname ile fiilen el konulmuştur. Diğer bir anlatımla 1.10.1966 tarihinden önce ilerde Devlete geçeceği düşünülerek Suriye uyrukluların malları denetim altına alınmıştır (Hukuk Genel Kurulunun 15.4.1992 tarih 992/7-174-245 Sayılı, 4.12.1991 tarih 991/16-539-624 sayılı kararı). Hemen belirtilmelidir ki; tapu sicillerinin tutulması kamu düzeni ile ilgili olup buna ilişkin prensiplerden biri sicilin aleniliği (güvenilirliği), bir diğeri tescil, üçüncüsü Hazinenin kusursuz sorumluluğu ve sonuncusu ise sicilin geçerli ve hukuki sebebe dayalı olması başka bir ifade ile sicilin illetten mücerret olamayacağıdır. Gerçekten de, sicilinin dayanağını teşkil eden geçerli bir hukuki sebep yok ise anılan sicilin hukuken korunmasına olanak yoktur. Böylesi bir sicil Türk Medeni Kanununun 1025.maddesi hükmü uyarınca yolsuz tescil niteliğinde olup iptali gerekir.Somut olaya gelince; 15.6.1927 tarihinde yürürlüğe giren 1062 sayılı Yasa ve 17.10.1966 tarihinde yürürlüğe giren 01.10.1966 gün 6/7104 Sayılı Kararname uyarınca Suriye uyrukluların mallarına Devletçe el konulduğundan anılan taşınmazlarla ilgili yönetim, denetim ve davalarda temsil yetkisi Hazineye geçmiştir. Akçalı Belediyesi Daimi Encümenliğince halk plajı ve günü birlik dinlenme tesisi olarak kamulaştırılmasına karar verildiği ve anılan belediye tarafından kamulaştırma davası açıldığı tarihlerde çekişme konusu taşınmazın beyanlar hanesinde “1062 sayılı Yasa uyarınca Hazinece el konulmuştur” şerhi bulunduğu halde Belediye tarafından Hazine'ye husumet yöneltilmeden, mahkemecede Hazinenin yokluğunda yapılan yargılama sonucu taşınmazın tapu taydının iptal edilerek belediye adına tesciline karar verildiğinden yukarıda özetlenen yasal düzenlemeler karşısında Belediye yönünden yolsuz tescil sözkonusu olup sicil dayanaksız kalmıştır. Ne var ki, çekişmeli taşınmazı belediyeden ihale yoluyla edinen davalı İbrahim'in temellükünde iyiniyetli olduğunun saptanması durumunda Türk Medeni Kanununun 1023.maddesi koruyuculuğundan yararlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Davalı İbrahim'in çekişmeli taşınmazı satın aldığı tarihte tapu kaydının beyanlar hanesinde “1062 sayılı Yasa uyarınca Hazinece el konulmuştur” şerhinin bulunması halinde iyiniyetinden sözedilemeyeceğinden, davanın kabulüne karar verilmesi, anılan şerhin bulunmaması halinde davalının iyiniyetli olup olmadığının araştırılması gerekir.Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyiniyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Hal böyle olunca, çekişmeli taşınmazın tapu kaydının ilk oluşumundan itibaren tüm gittileriyle birlikte(beyanlar hanesindeki tüm şerhleride gösterir şekilde) getirtilmesi yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle davalı İbrahim'in iyiniyetli olup olmadığının araştırılması sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçe ile davanın reddi yönünde hüküm kurulması doğru değildir. Davacı vekilinin değinilen hususlara yönelik temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 11.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.