MAHKEMESİ : TARSUS 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 25/01/2013NUMARASI : 2011/222-2013/32Taraflar arasında görülen alacak davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi..raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, muris muvazaası ve ehliyetsizlik hukuksal nedenlerine dayalı pay oranında alacak isteğine ilişkindir.Mahkemece, paraya ilişkin tasarruflar hakkında muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak istekte bulunulamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, tarafların ortak murisi ( anneleri) M. Ü.'ın 10.08.2010 tarihinde, babaları A. Ü.'ın ise 20.11.2010 tarihinde öldükleri, geride davacı kızları Nimet ve Fatma ile davalı oğul Yusuf ve dava dışı çocukları Ülfet ile Ziya'nın mirasçı olarak kaldıkları, alacak isteğine konu 1177 parsel sayılı taşınmazın mirasbırakan Münevver adına kayıtlı iken, 04.10.2007 tarihinde satış suretiyle tarafların diğer murisi Abdullah'a temlik ettiği, onun da 04.12.2009 tarihinde dava dışı A. S. E. isimli sahsa satarak devrettiği ve anılan taşınmazın halen bu kişi adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır.Davacılar, mirasbırakan (anneleri) M. Ü.'ın kayden maliki olduğu 1177 parsel sayılı taşınmazını muvazaalı olarak ve görünürdeki satış işlemi ile babaları A.Ü.l'a temlik ettiğini, muris A. Ü.'ın da annelerinin ölümünden kısa bir süre sonra taşınmazı dava dışı bir şahsa satarak aldığı meblağı oğlu olan davalı Y.. Ü..'ın banka hesabına yatırdığını, tüm bu işlemlerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gibi, babaları A. Ü.'ın temlik tarihinde hukuki işlem ehliyetinden yoksun olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açmışlardır.Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davadaki talebin mirasçı Yusuf'a yapılan parasal kazandırmanın miras payı oranında iadesi isteğine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Davacılar; mevcut paranın muris anneye ait taşınmazın muvazaalı bir şekilde muris babaya temliki , onun tarafından da üçüncü bir kişiye satılması suretiyle elde edildiğini, elde edilen paranın davalı mirasçıya intikal ettirilmesi sırasında da baba Abdullah'ın ehliyetsiz olduğunu ileri sürmüşlerdir.Bu durumda; kamu düzenini ilgilendiren ehliyetsizlik iddiasının öncelikle araştırılması, daha sonra muris muvazaası hukuksal nedenlerinin irdelenmesi gerektiğine kuşku yoktur.Ne var ki; mahkemece ehliyetsizlik iddiası yönünden yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü" eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (11.6.1941 tarihli 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı) Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kâğıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 286. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hâkimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hâkimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, 2659 sayılı Yasanın 7 ve 16.maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4.İhtisas Kurulundan miras bırakan Abdullah Ünal'ın taşınmazı temlik aldığı 04.10.2007 ve satış suretiyle temlik ettiği 04.12.2009 tarihi ile paranın davalı Yusuf hesabına yatırıldığı tarihler itibariyle hukuki ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, davada talep edilen şey her ne kadar alacak ise de, iddia taşınmaz temlikine dayalı olduğundan tarafların iddiaları doğrultusunda tüm delilleri toplanarak soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ve hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması isabetsizdir. Davacı tarafın temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların incelenmesine şimdilik yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.