Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 5197 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 18717 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : ADANA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 27/06/2013NUMARASI : 2009/662-2013/429 Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptal ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece asıl davadaki davalılar hakkındaki davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddine, birleşen dosya davalısı M.K.'a yönelik davanın ise esastan reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi .. raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; -KARAR- Asıl ve birleşen dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir. Mahkemece, birleşen dosya davalısı M.. K..'un iyi niyetli olduğu gerekçesiyle bu kişi hakkında açılan davanın esastan reddine, asıl davalılara yönelik davanın ise dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden, Adana 3. Noterliğinin 25.12.2008 tarihli düzenleme şeklinde vekaletnamesiyle davacının, dava konusu 8810 ada 12 parsel sayılı taşınmazdaki hak ve hissesini satması hususunda davalı A.. Ç..'i vekil tayin ettiği, vekâlet verilmesi sırasında davalılar A.. Ç.. ile M.. A..'nun da tanık olarak hazır bulundukları, davalı A.. Ç..'in 30.12.2008 tarihinde dava konusu ta??ınmazda davacıya ait 259/601 payı davalı M.. Ç..'e satış suretiyle temlik ettiği, bu kişinin de anılan payı 04/06/2009 tarihinde birleşen davada davalı M.. K..'a devrettiği anlaşılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, tapu iptal ve tescil davaları, kayıt malikleri aleyhine açılacağından mahkemece, asıl davanın davalıları hakkında açılan davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davacı tarafın bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir, reddine. Davacı tarafın birleşen davaya ilişkin temyiz itirazlarına gelince, somut olayda, çekişmeli taşınmazın 5.000-TL bedelle satıldığı halde gerçek değerinin 130.650.00-TL olduğu, taşınmazı satıştan sonrada davacı ve kardeşinin kullanmaya devam ettiği, dikkate alındığında davalı Miraç'a yapılan temlikin vekâlet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiğinin kabul edilmesi gerekmektedir. Esasen bu husus mahkemenin de kabulündedir. Bu durumda son kayıt maliki M.. K..'un iyiniyetli olup olmadığı önem arzetmektedir.Bilindiği üzere, Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanunu'nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Ancak, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Diğer taraftan, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; mahkemece hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Hal böyle olunca, davalı Mehmet'in taşınmazı satın aldığı tarihte taşınmazın kimin kullanımında olduğunun, Mehmet'le diğer davalılar arasında çıkar ve işbirliği olup olmadığının başka bir ifadeyle davalı Mehmet'in iyiniyetli olup olmadığının yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda incelenmesi ve hasıl oalcak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacı tarafın bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü, (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.