Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 5183 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 1633 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ: BEYKOZ 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ: 25/03/2009NUMARASI: 2008/254-2009/68Taraflar arasında görülen davada;Davacılar, 348 ada 21 parsel sayılı taşınmazdaki 1 nolu bağımsız bölümün miras bırakan A. Y. adına kayıtlı olduğunu, mirasçılardan A.’ın davaya konu dairenin altına dükkan inşa ettiğini ve davalı olan diğer mirasçı M.’nın bu dükkanı kiraladığını, ancak herhangi bir kira parası vermediği gibi dükkanı oğlu olan diğer davalı O.’a devrettiğini, O.’ın da taşınmazı kullandığını ileri sürerek, elatmanın önlenmesi ve tahliye isteminde bulunmuşlardır.Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, davalının mirasçı olup, diğer mirasçıların da taşınmazda kısmen yer kullandıkları gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . .in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, çaplı taşınmaza el atmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; çekişme konusu 348 da 21 parsel sayılı taşınmazda davacılar ile davalılardan M.’nın iştirak halinde malik oldukları anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, paylı mülkiyette taşınmazdan yararlanamayan paydaş, engel olan öteki paydaş veya paydaşlardan payına vaki elatmanın önlenilmesini her zaman isteyebilir. Hatta elbirliği mülkiyetinde dahi paydaşlardan biri öteki paydaşların olurlarını almadan veya miras şirketine temsilci atanmadan tek başına ortak taşınmazdan yararlanmasına engel olan ortaklar aleyhine elatmanın önlenilmesi davası açabilir. Ancak, o paydaşın, payına karşılık çekişmesiz olarak kullandığı bir kısım yer varsa açacağı elatmanın önlenilmesi davasının dinlenme olanağı yoktur. Yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarına ve aynı doğrultudaki bilimsel görüşlere göre payından az yer kullandığını ileri süren paydaşın sorununu elatmanın önlenilmesi davası ile değil, kesin sonuç getiren taksim veya şuyun satış yoluyla giderilmesi davası açmak suretiyle çözümlemesi gerekmektedir.Öte yandan, yurdumuzda sosyal ekonomik nedenlerle kırsal kesimlerden kentlere aşırı akım, nüfus çoğalması, büyük mesken ve işyeri ihtiyacı nedeniyle hızlı yapılaşma karşısında görevli mercilerin aciz kalmaları veya çeşitli nedenlerle göz yummaları sonucu, izinsiz, ruhsatsız, resmi kayıtlara bağlanmayan büyük yerleşim alanları oluştuğu, bu arada paylı taşınmazların tapuda resmi ifrazları yapılmadan paydaşlar arasında haricen veya fiilen taksim edilip üzerlerine büyük mahalleler hatta beldeler yapıldığı bir gerçektir. Bilindiği üzere M.K.nun 706, B.K.nun 2l3, T.K.nun 26. maddeleri hilafına tapulu taşınmazlarda harici veya fiili taksim ile payların mülkiyeti ana taşınmazdan ayrılamaz. Nevarki, taşınmazın kullanma biçimi tüm paydaşlar arasında varılan bir anlaşma ile belirlenmiş yada fiili bir kullanma biçimi oluşmuş, uzun süre paydaşlar bu durumu benimsemişlerse kayıtta paylı, eylemsel olarak (fiilen) bağımsız bu oluşumun tapuda yapılacak resmi taksime veya şuyun satış suretiyle giderilmesine yahut o yerde bir imar uygulaması yapılmasına kadar korunması, " ahte vefa" kuralının yanında M.K.nun 2. maddesinde düzenlenen iyi niyet kuralının da bir gereğidir. Aksi halde, pek çok kimse zarar görecek toplum düzeni ve barışı bozulacaktır. O halde, paydaşlar arasındaki elatmanın önlenilmesi davalarında öncelikle tüm paydaşları bağlayan harici bir taksim sözleşmesi ve özel bir parselasyon planın olup olmadığı veya fiili kullanma biçiminin oluşup oluşmadığı üzerinde özenle durulmalı, varsa çekişmeli yerin kimin kullanımına terk edildiği saptanılmalı, harici veya fiili taksim yoksa uyuşmazlık yukarıda değinildiği gibi, M.K.nun müşterek mülkiyet hükümlerine göre çözümlenmelidir. Somut olaya gelince; mahkemece yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Paydaşlar arasındaki el atmanın önlenmesi davalarında, özel bir parselasyon planının olup olmadığı veya fiili kullanım biçiminin oluşup oluşmadığı açıkça saptanmalıdır. Araştırma neticesinde bu olguların bulunmadığı saptanır ise, davacı yönünden intifadan men olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulup neticeye gidilmelidir. Hal böyle olunca, yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde taraf delillerinin toplanarak araştırma ve inceleme yapılması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacıların bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.05.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.