MAHKEMESİ : YERKÖY ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 10/02/2010NUMARASI : 2008/202-2010/57Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kısmen kabul kısmen reddine ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi 'ün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, Mahkemece, çekişmeli 359, 431, 680, 885, 1091, 2450, ve 2591 parsel sayılı taşınmazların davalılar murisi H.A. tarafından, kök muris M.A.'ın diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak dava dışı N.'a temlik edildiği, N.'ın da tekrar muvazaalı olarak H.A.'e devrettiği gerekçesiyle bu taşınmazlar yönünden davanın kabulüne; gerçek satış işlemiyle devredilmiş olduğu gerekçesiyle çekişmeli 1331 parsel sayılı taşınmaza ilişkin olarak davanın reddine karar verilmiş, hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiştir.Davacıların, miras bırakanları M.A.adına kayıtlı çekişmeli taşınmazların, davalıların murisi H.A. A. tarafından, muvazaalı olarak ve mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla dava dışı N. Korana'ya satış yoluyla devredildikten sonra kendi üzerine geçirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açtıkları görülmektedir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davalıların murisi H.A. A.'ın, çekişme konusu taşınmazlardan 359, 680, 885, 1091, 2450, ve 2591 parsel sayılı taşınmazları, kayıt maliklerinden mirasçılarına intikali ile elbirliği halindeki mülkiyet müşterek mülkiyete çevrildikten sonra, kendi adına asaleten, davacılar ile dava dışı kişiler adına vekaleten, 431 parsel sayılı taşınmazı ise davacı Z.'ye vekaleten üçüncü kişi konumundaki N. Korana'ya 17.7.1995 tarihinde satış suretiyle temlik ettiği; N.'ın da anılan bu taşınmazlar ile çekişmeli 1331 sayılı parseli 4.8.1997 tarihinde H.A.'e satış yoluyla devrettiği anlaşılmaktadır.O halde, iddianın ileri sürülüş biçimi ve yapılan temlik durumu gözetildiğinde, davanın, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olduğu, taraflar arasındaki çekişmenin giderilmesi için bu hususun çözüme kavuşturulması gerekeceği açıktır. Ne var ki, Mahkemece, bu yönde bir araştırma ve inceleme yapılmadığı, görülmektedir.Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Hal böyle olunca, iddianın içeriğinden ve ileriye sürülüş biçiminden davada vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanıldığı gözetilerek, tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda tüm delillerin toplanması, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde araştırma ve inceleme yapılması, toplanan ve toplanacak olan tüm deliller birlikte değerlendirilerek, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, hukuki nitelemede hata yapılarak yazılı olduğu üzere eksik incelemeye dayalı olarak hüküm kurulmuş olması isabetsiz olduğu gibi; kabule göre de, çekişmeli bir kısım taşınmazlarda üçüncü kişilerinde pay sahibi oldukları, vekil H.A.'in üçüncü kişilerin paylarınıda aynı akitle N.'a satış yoluyla temlik ettiği gözetilmeksizin, taşınmazların tamamının kabul kapsamına alınmış olmasıda doğru değildir.Davalılar vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.05.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.