Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 4788 - Karar Yıl 2009 / Esas No : 2926 - Esas Yıl 2009





MAHKEMESİ : İLİÇ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 25/09/2008NUMARASI : 2006/39-2008/28Taraflar arasında görülen davada;Davacı, 109 ada 3 parsel ve 108 ada 45 parsel sayılı taşınmazların davalılar adına tespit ve tescil edildiğini, ancak taşınmazda davalıların zilyetlikten kaynaklanan bir haklarının bulunmadığı gibi taşınmazın ham toprak vasfında olup 3402 Sayılı Yasanın 18. maddesi uyarınca ekonomik yarar sağlanması mümkün olan yerlerden olduğunu ileri sürerek, davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile Hazine adına tesciline karar verilmesini istemiştir.Müdahil davacılar, davalılar adına tespit ve tescil edilen 109 ada 3 parsel sayılı taşınmazın 2928 m²’lik kısmının murislerine ait 103 cilt ve 17 sıra sayılı tapu kaydı kapsamında kaldığını ileri sürerek, bu kısmın tapusunun iptali ile adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.Davalılardan İ., çekişme konusu taşınmazların tapusunun bulunduğunu ve 100 yıla yakın süredir aileleri tarafından kullanıldığını ileri sürerek davanın reddini savunmuş, diğer davalılar davaya karşı beyanda bulunmamışlardır. Mahkemece, 108 ada 45 parsel sayılı taşınmaz yönünden davalı tarafça ibraz edilen tapu kaydının bu taşınmazı kapsadığı gerekçesiyle davanın reddine, 109 ada 3 parsel sayılı taşınmaz yönünden ise, müdahil davacılara ait tapu kapsamı dışında kalan kısım yönünden davanın kabulüne, müdahil davacıların açmış olduğu davanın ise açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.Karar, davacı Hazine tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Davacı Hazine, 109 ada 3 parsel ile 108 ada 45 parsel sayılı taşınmazlara ilişkin kayıtların iptalini ve 3402 Sayılı Yasa’nın 18. maddesi uyarınca adına tescilini istemiştir.Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Dava anılan parsellerin paydaşı olan N. K. ve İ. Y.aleyhine açılmıştır. Dosya arasına getirtilen veraset ilamından davalı N.’in 23.02.1985 tarihinde öldüğü, dava tarihinde ölü olduğu anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; Dava ehliyeti davada taraf olma yeteneğidir. HUMK taraf ehliyetini tanımlamamış, 38.maddesiyle Medeni Kanun’a yollamada bulunmakla yetinmiştir. Medeni Kanunumuz ise, davada taraf olma ehliyetini, medeni haklardan yararlanma ehliyetinin bir parçası saymış, 8, 28, 47 ve 48. maddeleriyle bu yönde hükümler getirerek medeni haklardan yararlanma ehliyeti bulunan her gerçek ve tüzel kişinin davada taraf olma yeteneğini taşıdığını, her gerçek kişinin sağ doğmak koşuluyla ana rahmine düştüğü andan itibaren taraf ehliyetini kazanacağını ve yaşadığı sürece taraf ehliyetinin devam edeceğini belirtmiştir. Öte yandan gerçek kişinin ölümüyle medeni haklardan yararlanma ehliyeti ve buna bağlı olarak da taraf ehliyetinin sona ereceği Medeni Kanunun 28. maddesinin buyurucu nitelikteki hükmüyle açıklanmıştır. Dava tarihinden önce ölüm nedeniyle şahsiyeti son bulan kişinin taraf ehliyetini yitireceği kuşkusuzdur. Bu itibarla, gerek Medeni Kanun gerekse HUMK dava açıldığı zaman hayatta bulunan kişiler yönünden düzenleyici hükümler koymuş; ölen veya mevhum kişiler hakkında açılacak davalar yasalarımızda yer almamıştır. Nitekim 4.5.1978tarih l978/4-5 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında da dava tarihinden önce ölen kişinin taraf ehliyetini yitireceği, aleyhine dava açılamayacağı, dava tarihinde şahsiyeti sona ermiş olan kimsenin mirasçılarına ardıllık (halefiyet) kuralı uygulanamayacağından tebligat yapılmak veya dava ıslah edilmek suretiyle davaya devam edilemeyeceği vurgulanmış, içtihatlar bu doğrultuda kararlılık kazanmıştır.Mahkemece, kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gereken bu usul kuralı göz ardı edilerek hüküm kurulması doğru değildir. Öte yandan, dava konusu 3 ve 45 parsel sayılı taşınmazların tespitinin senetsizden yapılmış olduğu, ancak yerel bilirkişi ve fenni bilirkişi raporlarıyla davalı savunmasında bu taşınmazlara 1981/60 Esas ve 1982/28 sayılı karara dayalı olarak oluşturulan tapu kayıtları kapsamında bulunduğunu ifade etmiştir. Tescil davasında Hazine de taraf olduğuna göre ilam ve dayanağı krokinin tarafları bağlayacağı kuşkusuzdur. Ne var ki mahkemece bu yönde bir uygulama yapılmamış ve verilen kısmen kabul kararı yalnız Hazine tarafından temyiz edilmiştir. O halde mahkemece; harita ve krokisi bulunan tapu kayıtlarına Medeni Kanunun 719, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 20.maddesi uyarınca kapsam belirleneceği kuşkusuzdur. Ancak böyle bir harita ve kroki yoksa veya uygulanabilir nitelik taşımıyorsa öncelikle tapu kaydının ilk tesisinden itibaren tüm gittileri ile birlikte Tapu Sicil Müdürlüğünden istenilmesi, gitti kayıtlarının yüzölçümlerinde veya sınırlarında bir değişiklik varsa dayandığı belgelerin incelenip, doğru ve yasal bir nedenin bulunup bulunmadığının araştırılması, doğru esasa dayanmıyorsa, ilk tesisindeki sınırlara itibar edilmesi, ayrıca uygulamada yararlanmak üzere varsa komşu taşınmaz kayıtlarının getirtilmesi, böylece yanların dayandığı, usulüne uygun olarak çıkarılmış tüm belgeler toplandıktan, dosya öteki yönlerden de keşfe hazır hale geldikten sonra yöreyi iyi bilen yaşlı ve yansız yerel bilirkişi veya bilirkişiler aracılığı ile uygulama yapılması, kayıtlardaki her sınır yerel bilirkişi veya bilirkişilerden sorulup arazi üzerinde tespit edilmesi; gerektiğinde sınırlar hakkında açıklayıcı doyurucu bilgiler alınması, bilinmeyen sınırlar yönünden taraflara tanık dinletme olanağının sağlanması, komşu taşınmaz kayıtlarının da aynı şekilde uygulanarak yerel bilirkişi ve tanık sözlerinin denetlenmesi gerekir. Öte yandan sınırlar değişebilir nitelikte ise veya tam olarak kapanmayıp açık yönler kalıyorsa, kayda değişmez sınırlarla bağlantı kesilmemek suretiyle miktarına göre kapsam belirlenmesi, ayrıca tapu fen memuru veya mühendisi sıfat ve yeteneğini taşıyan uzman bilirkişi veya bilirkişilerden keşifte saptanan bilgi ve bulgulara uygun ve uygulamayı tam olarak yansıtan, infaza elverişli rapor ve kroki alınması zorunludur. Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirme ve uygulama yapılması, tapu kayıtları kapsamının belirlenmesinde kesin hüküm ve hükmü temyiz eden taraf yararına usulü kazanılmış hak kurallarının gözününde bulundurulması, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, ölü kişinin mirasçılarının davaya dahil edilerek haklarında hüküm kurulması ve diğer davalı İdris yönünden de noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.Ayrıca asli müdahale istekleri kabul edilerek dilekçeleri harçlandırılan H., A. U.ve A.’nin davayı takip etmemeleri nedeniyle davalarının HUMK’nun 409/5. maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına 25.09.2008 tarihli ara kararla karar verildiği ve kararın gerekçesinde de bu yöne değinildiği halde, anılan hususun hüküm yerinde yer almaması ve bu konuda usulünce bir hüküm kurulmamış olması da isabetsizdir.Davacı Hazine’nin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerle HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 27.04.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.