Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 4700 - Karar Yıl 2008 / Esas No : 2512 - Esas Yıl 2008





MAHKEMESİ: PAMUKOVA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 25/12/2006NUMARASI: 2005/167-2006/233Taraflar arasında görülen davada;Davacı, dava konusu taşınmazın Sakarya Nehri'nin terki olduğunu ve Hazineye ait bulunduğunu ileri sürerek, tapu iptali ve tescil istemiştir.Dahili davalı ve aynı zamanda müdahil idare vekili, çekişme konusu taşınmazda gerek idarelerince yapılan kamulaştırmalar gerekse mevcut seddenin daha kuzeyinde yeralan ve Kadastro Komisyonu Kararında varlığı anlaşılan zemindeki eski sedde nedeniyle davaya müdahil olarak katılmak istediklerini bildirmiştir.Bir kısım davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, davalı taraf lehine zilyetlikle iktisap koşullarının oluştuğu gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı Hazine vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-Dava, tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.Getirtilen tespit tutanakları ve komisyon kararından, 1970 yılındaki kadastro çalışmasında 1276 ve 1277 sayılı ana kadastral parsellerin Sakarya Nehri metrukatı olarak “ham toprak” vasfıyla Hazine adına tespit edildikleri; sonrasında zilyetliğe, vergi ve tapu kayıtlarına dayanılarak Kadastro Komisyonu’na yapılan itirazların Komisyonca kabul gördüğü ve ana taşınmazlardan ayrılan birçok parselin muterizler adına tespit ve tescillerine karar verildiği anlaşılmaktadır.Davacı Hazine, çekişme konusu taşınmazın Sakarya Nehri’nin yatağını terkiyle meydana geldiğini, özel mülkiyete tabi bulunmadığını ileri sürerek, uyuşmazlığı mahkeme önüne getirmiştir..Gerçekten de, çekişmeli taşınmazın Sakarya Nehri’nin yatak değiştirmesi ve taşıdığı alüvyonların birikip çökelmesi sonucunda oluştuğu uzman bilirkişi raporlarıyla sabittir.Bilindiği üzere, bu şekilde oluşan taşınmazlar hakkında düzenlenen mülga 743 Sayılı TMK.’nun 636. maddesi “Sahipsiz yerlerde birikmek, dolmak ve kaymak veya umuma ait suların mecra veya seviyeleri değişmek gibi bir suretle teşekkül edip kendisinden istifade mümkün olan arazi Devletin mülkü olur. Bu suretle kendisine ait bir gayrimenkulden ayrılan parçaların vücudunu ispat eden kimse onları istirdat edebilir.” ve yürürlükteki 4721 Sayılı TMK.’nun 708. maddesi “Birikme, dolma, toprak kayması veya kamuya ait suların yatağında ya da seviyesinde değişme gibi sebeplerlesahipsiz yerlerde yeniden oluşan yararlanmaya elverişli arazi Devlete ait olur. Devlet, bu araziyi kamusal bir sakınca bulunmadığı takdirde öncelikle arazisi kayba uğrayana veya bitişik arazi malikine devredebilir. Toprak parçalarının kendi arazisinden koptuğunu ispat eden malik, bunları, durumu öğrendiği tarihten başlayarak bir ve her halde oluşumun gerçekleştiği tarihten başlayarak on yıl içinde geri alabilir.” hükümlerini içermektedir. Bu hükümler, taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasıyla ilgili gerek TMK.’ndaki gerekse 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’ndaki hükümlerle beraber dikkate alındığında, çekişmeye konu taşınmazın kanunları gereğince Devlete kalan taşınmazlardan olduğunun kabul edilemeyeceğini, yasal sınırlamalar dışında kalması ve koşulların gerçekleşmesi halinde kişiler tarafından mülk edinilebileceğini ortaya koymaktadır. Esasen mahkemenin kabulü de bu yöndedir.Bu çerçevede yapılan araştırmada, taşınmazın ziraata elverişli özellik taşıdığı ve Nehrin kıyı-kenar çizgisi kapsamında da bulunmadığı keşfen saptanmıştır.Ne varki, toplanan delillere ve uygulamaya göre, davalı taraf lehine imar-ihya ve zamanaşımı zilyetliği ile kazanım koşullarının gerçekleştiğini söyleyebilme olanağı da yoktur.Nitekim, 1958 tarihli memleket haritasında görüldüğü ve fen bilirkişilerin raporunda da belirtildiği üzere, “kapama” diye tabir edilen ve 1954 yılında çekilen set ile Nehrin akış yönünün değiştirildiği ancak, Nehrin çekildiği alanların haritada noktalı işaretlerle gösterildiği ve o tarih itibariyle imar-ihyanın henüz tamamlanmadığı açıktır.Öte yandan, (2006 yılında gidilen) keşif sırasındaki incelemesinde ziraat bilirkişisi de, taşınmazın 20-25 yıldır tarım arazisi vasfında kullanıldığını bildirmiştir.Her nekadar yerel bilirkişi, zilyetlik bakımından 60 yılın üzerinde bir süreden bahsetmişse de, bilimsel verilerden faydalanılarak hazırlanan bilirkişi raporları ve memleket haritası karşısında yerel bilirkişinin soyut içerikli beyanına değer verilebilmesi mümkün değildir. Yukarıda açıklanan olgular tüm dosya içeriği ile birlikte değerlendirildiğinde, 1970 tarihli kadastro tespit tarihine kadar davalılar lehine 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolmadığı ve 3402 Sayılı Yasanın 17.maddesinin öngördüğü imar ve ihya ile iktisap koşullarının davalı taraf yararına gerçekleşmediği sonucuna varılmaktadır.Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, zilyetlikle mülk edinme koşullarının gerçekleştiğinden bahisle davanın reddedilmesi isabetsizdir. Hazinenin temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 10.4.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.