MAHKEMESİ : ÇAT ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 16/03/2011NUMARASI : 2005/87-2011/23Davacı Hazine vekili tarafından davalılar aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasının yapılan yargılamasında mahkemece davanın hak düşürücü süreden reddine dair verilen kararın davacı Hazine tarafından süresinde temyizi üzerine dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, düşencesi alındı gereği görüşülüp düşünüldü. Dava; mülkiyetin tespiti; tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, Mahkemece, 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca hak düşürücü süreden dolayı davanın reddine kararı verilmiştir.Gerçekten de; Hazinenin, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu iddiasıyla açmış olduğu davalarda, 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesi hükmünde değişiklik yapan 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca, henüz kesin hüküm halini almamış davalarda da, tarafların sıfatına ve taşınmazların niteliğine bakılmaksızın kadastro tespitinin kesinleştiği tarihten itibaren kadastro öncesi nedene dayalı olarak açılan davanın 3402 sayılı Yasanın 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi halinde davanın dinlenemeyeceği ve kamu düzeni ile ilgili olan hak düşürücü süreden davanın reddi gerekeceği tartışmasızdır.Ancak, anılan 5841 sayılı Yasa, Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş ve 23.7.2011 tarihinde de Resmi Gazetede yayımlanarak iptal hükmü yürürlüğe girmiştir.Hemen belirtilmelidir ki, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında, 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse ve ayrıca, Anayasanın 153.maddesine göre iptal kararı geriye yürümezse de; 12.3.1969 günlü ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Öyleyse, davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi’nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez.O halde, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesi somut olayda uygulanmayacağına göre, işin esasının incelenmesi suretiyle bir karar verilmek üzere yerel mahkeme kararının bozulması gerekeceği açıktır.Kaldı ki, kabul tarzı itibariyle de, mahkemece, kadastro tespitinin 13.07.1990 tarihinde kesinleştiği benimsenmek suretiyle yazılı olduğu üzere sonuca gidilmiş ise de, kadastro tespit tutanaklarında, kadastro tespitine itiraz davası açıldığından kesinleşmediklerinin belirtildiği, açılan kadastro tespitine itiraz davasının ise Çat Kadastro Mahkemesi'nin 2002/58 esasında kayıtlı bulunduğu gözetildiğinde, çekişmeli taşınmazlara ilişkin olarak, anılan dava sonucunda verilen hükmün kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıllık hak düşürücü sürenin hesaplanması gerekeceği sabit olup, davanın hak düşürücü süreden reddedilmiş olması belirtilen nedenle de isabetsizdir.Hal böyle olunca; işin esasına girilerek, tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda tüm delillerin toplanması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, toplanan ve toplanancak delillerin birlikte değerlendirilmesi, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır.Davacı Hazine vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 25.04.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.