MAHKEMESİ : ELMADAĞ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 20/11/2008NUMARASI : 2007/388-2008/343 Taraflar arasında görülen davada;Davacı,kayden maliki olduğu 5 parça taşınmaza davalıların yol açmak,maden ocağı ağzı oluşturmak suretiyle müdahale ettiklerini,maden çıkararak zarar verdiklerini ileri sürüp elatmanın önlenmesine,taşınmazın eski hale getirilmesine ve 1603 parselden istihsal edilen maden bedelinin tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalılar,maden işletme sahibi bulundukları bölgeden çıkartılan madeni konkasör tesisine ulaştırmak için zorunlu olarak dava konusu taşınmazlarda bazı düzeltmeler yaptıklarını, geçit hakkı tesisi için ilgili idareye müracaat ettiklerini,maden çıkardıkları yerin davacıya ait taşınmazlar olmadığını belirtip davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece,davalıların 1604 parsel sayılı taşınmaza bir müdahaleleri olmadığı, diğer dört parça taşınmaza yol açmak,yine 1603 parsel sayılı taşınmaza ocak işletmesi yapmak suretiyle müdahale ettikleri gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Karar,davalılar tarafından süresinde duruşma istemli temyiz edilmiş olmakla tetkik hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Duruşma isteği tebligat gideri karşılanmadığından reddedildi.Gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava,çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi,eski hale getirme ve çıkarılan maden nedeniyle tazminat isteğine ilişkindir. Mahkemece,davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriğinden,toplanan delillerden;çekişme konusu 5 parça taşınmazda davacının bir kısmında müstakilen ve bir kısmında da paylı mülkiyet üzere malik olduğu,davalıların taşınmazlarda kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir haklarının olmadığı,ancak dolgu yapmak,yol açmak ve maden istihracı suretiyle kullandıkları anlaşılmaktadır.Davacı,davalıların,taşınmazlarına dolgu yapmak ve yol geçirmek suretiyle müdahale ettiklerini,arazilerin kullanılamaz hale getirildiğini,1603 sayılı parselde de ayrıca ocak ağzı açmak suretiyle taşınmazı tahrip yanında madenin de gasp edildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Davalıların,davacıya ait çaplı taşınmazlara haklı ve geçerli bir neden olmaksızın dolgu yapmak,yol ve ocak ağzı açarak müdahaleleri saptanmak suretiyle 1602,1603,1608 ve 1609 parsel sayılı taşınmazlar yönünden elatmanın önlenmesine ve eski hale getirilmesine karar verilmesi kural olarak doğrudur. Ancak,mahkemece yapılan keşif sonucunda teknik bilirkişilerce düzenlenen krokide sadece 1603 sayılı parsele yer verilmiş,dava konusu diğer parselleri gösterir bir kroki düzenlenmemiştir. Bu durumun infazda tereddüde yol açacağı kuşkusuzdur. Bilindiği üzere;Türk Medeni Kanununda taşınmaz mülkiyet kapsamı açıkça belirlenmiş,718.maddesiyle dikey,719.maddesiyle de yatay sınırları çizilmiştir. Bu sınırlar içerisinde kalan taşınmaz mülkiyetinin haksız elatmalara karşı nasıl korunacağı da söz konusu yasanın 683/2. maddesinde hükme bağlanmıştır.Ancak,”Anayasanın Tabi Servetlerin ve Kaynakların Aranması ve İşletilmesi” başlığını taşıyan 168. maddesinde aynen;”Tabi servetler ve kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı devlete aittir.Devlet,bu hakkını belli bir süre için gerçek ve tüzel kişilere devredebilir. Hangi tabi servet ve kaynağın arama ve işletmesinin devletin gerçek ve tüzel kişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzel kişiler eliyle yapılacağı,kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda,gerçek ve tüzel kişilerin uyması gereken şartlar ve devletçe yapılacak gözetim,denetim usul ve esasları ve müeyyideler kanunda gösterilir” denilmek suretiyle 3213 sayılı Maden Kanununun “Madenler devletin hüküm ve tasarrufu altında olup,içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir” hükmünü içeren 4. maddesi ile madenlerin özel mülkiyete konu olamayacağı hükme bağlanmıştır. O halde,taşınmaz malikinin veya maliklerinin taşınmazın dikey mülkiyet kapsamında barındırdığı madenden kaynaklanan bir hakkının bulunduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. Öyleyse,taşınmazın yeryüzündeki özel mülkiyete konu bölümü kullanılırken toprak altındaki madenlerin kullanılmasına engel olunmasına karşılıklı olarak hak sahiplerinin yarar ve zarar dengesinin korunmasına özen göstermelerinin mülkiyet hukuku açısından büyük önem taşıdığı tartışmasızdır. İşte bu amaçla,yasa koyucu özel bir yasa çıkarmak zorunluluğunu duymuş,maden yataklarının nasıl araştırılıp işletileceği detaylı olarak açıklanmış ve bu çalışmaların devamı sırasında arz sahibinin haklarının korunması ,zararlarının karşılanması yolları gösterilmiştir.3213 sayılı Maden Yasasının 46.maddesinde açıkça belirtildiği gibi, maden arama çalışmasının niteliğine göre özel mülkiyete konu taşınmaz üzerinde kullanma amacına özgü olmak üzere bedeli karşılığı irtifak veya intifa hakkı kurulabilir. Maden arama çalışması, arz sahibinin mülkiyet hakkını kullanmasına engel olmayacak biçimde sınırlı kalıyor veya irtifak ve intifa hakkı kurulmasını gerektirmeyecek kadar az zarar veriyorsa,aynı madde hükmü gereğince ruhsat sahibi madenci,arz sahibine adli mercilerde belirlenecek tazminatı ödemeye ve sahayı (taşınmazı) kullanabilir hale getirdikten sonra terk etmeye zorlanabilir. Ancak, maden yatağı işletme aşamasına gelmişse ve taraflar anlaşamıyorsa,yine söz konusu madde hükmüne göre kamulaştırma yoluna gidilmesi gerekmektedir. Yetkili mercilerden alınmış olsa dahi maden işletme ruhsatı hukuk devletinde kutsal olduğu kabul edilen özel mülkiyete el atma hakkını vermez.Bu yasal düzenlemeler ve ilkeler çerçevesinde somut olaya bakıldığında,gerçekten davalı M.’in yetkili mercilerden alınmış ruhsat sahibi kişi olduğu belgelerle sabittir. Öte yandan,davalı M.’in ruhsat gereğince maden işletilmesi ve ruhsatın gerektirdiği faaliyetlerde bulunulması bakımından diğer davalı ...A.Ş. arasında sözleşme yapmış oldukları da tartışmasızdır. Davalı M.’in maden ruhsatı sahibi olarak çıkarılan madenleri konkasör tesisine taşımak için dava konusu taşınmazlardan zorunlu geçit hakkı verilmesi için 14.03.2007’de davacıya ihtar gönderdiği,davacının anılan ihtara 06.04.2007’de olumsuz cevap verdiği,yine davalı M.’in aynı yönde 18.10.2007’de Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığına geçit hakkı tanınması için müracaat ettiği ve 23.07.2008’de anılan taşınmazları kullanmaması için ruhsat sahibinin uyarılmasına karar verildiği görülmektedir. Böylece,davalılara çıkarılan madenin işlenmek üzere konkasör tesisine götürülmesi için davacıya ait taşınmazların kullanmaları yolunda her hangi bir irtifak ya da intifa hakkı tanınmadığı dosya kapsamı ile de sabittir. Kaldı ki,yasada öngörülen intifa ve irtifak hakkının kurulabilmesi bakımından da Türk Medeni Kanununun 795/1. maddesi hükmü gereğince tapu kütüğüne tescil zorunludur. Buna göre,davacı yönünden hukuksal sonuç bağlanabilecek bir işlemin varlığından söz edilemeyeceği gibi verilen ruhsatın anılan taşınmazlar bakımından hukuki sonuç doğurmasını temin için bir kamulaştırma işlemi de bulunmadığı kuşkusuzdur.Bu itibarla,davalıların davacının maliki ve paydaşı bulunduğu çekişmeli taşınmazları kullanması,niteliğini bozması şeklinde davacıyı zararlandırıcı faaliyet ve fiilinin haklı ve geçerli bir hukuki sebebinin varlığı kabul edilemez. Öte yandan,davalıların davacı karşısındaki hukuki durumu ise fuzuli şagil olmaktan ibarettir. Başka bir deyişle ,haksız işgalci konumundadırlar. O halde,davacının taşınmazları kullanamamaktan kaynaklanan isteğinin ecrimisil (haksız işgal tazminatı) olduğu kuşkusuzdur. Bilindiği üzere;ecrimisil en az kira bedeli ,en fazla gelir kaybıdır.Öyleyse,davacının taşınmazları kullanamamaktan ötürü tazminat istediği gözetilerek belirlenecek tazminatın hüküm altına alınması gerekeceği açıktır. Hal böyle olunca;yerinde yeniden keşif yapılarak davalılar tarafından müdahale edilen taşınmazları infazda duraksamaya yer vermeyecek şekilde gösterir kroki düzenlettirilmesi,davacının müdahaleye konu taşınmazları kullanamamaktan kaynaklanan tazminat miktarının (ecrimisilin) belirlenmesi ve bu şekilde belirlenecek tazminatın ayrıca davada eski hale getirme isteği de bulunduğu ve 3213 Sayılı Yasanın 4. Maddesi gereğince taşınmazdan istihraç edilen madenin devlete ait olacağı ve maden üzerinde taşınmaz malikinin bir hakkının varlığından söz edilemeyeceği gibi aynen yerine konulamayacağı gözetilerek bundan kaynaklanan davacının doğan bir zararı varsa ne gibi bir önlemle zararın giderilebileceği konusundaki önlem ve tedbirlerin tespit edilmesi, gerektiğinde tazminatın da bir önlem olarak düşürülmesi ve ondan sonra durumun değerlendirilerek çekişmenin hüküm altına alınması gerekirken değinilen yönler göz önünde tutulmaksızın noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Davalıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,16.4.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.