Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 4436 - Karar Yıl 2007 / Esas No : 3479 - Esas Yıl 2007





MAHKEMESİ : ALİAĞA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 21/06/2006NUMARASI : 2005/572006/250Taraflar arasında görülen davada;Davacı, 3092 parsel sayılı taşınmazın ifrazından oluşan 7165 sayılı parselin kısmi imar uygulamasından meydana gelen 483 ada 16 parsel sayılı taşınmazdaki paftasında bataklık ve tuzla olarak belirtilmiş olup, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğunu, ayrıca kıyı kenar çizgileri içinde kaldığını ileri sürüp, tapu iptali ile tescil harici bırakılmasını istemiştir.Davalı, hak düşürücü sürenin geçtiğini, çekişmeli taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kalmadığını belirtip, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, çekişmeli taşınmazın 2.841 m 2 lik kısmının göl kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı,633163 m2 lik bölümün ise deniz ve göl kıyı kenar çizgileri içerisinde kalmadığı gibi devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olmadığı gerekçesiyle; davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Karar, davacı Hazine vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-Davacı Hazine, kısmi imar uygulaması ile oluşan 483 ada 16 parselin paftasında bataklık ve tuzla olarak belirtildiğini devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve ayrıca kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kamu malı niteliğindeki bu gibi taşınmazların imara tabii tutularak niteliğinin değiştirilemeyeceğini ileri sürmüş, tapusunun iptali ile tescil harici bırakılmasını istemiştir.Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Herne kadar Hazine tarafından imar uygulamasına karşı idare mahkemesine bir iptal davası açılmamış ise de esasen kamu malı niteliğinde olan bu durumdaki taşınmazların imar kapsamını alınmak suretiyle özel mülkiyete konu olacak şekilde hakkında sicil oluşturulması geçersiz olup, hukuki bir sonuç doğrumayacağı tartışmasızdır.Nevar ki, mahkemece davacı Hazinenin iddiaları konusunda yeterli bir araştırma, soruşturma ve uygulama yapıldığı söylenemez.Bilindiği üzere,son kez yürürlüğe giren 362l sayılı kıyı kanunu'nun "kıyı kenar çizgisini"belirleme yöntemine ilişkin 5 ve 9.maddeleri,Anayasa Mahkemesinin iptal kararı kapsamı dışında bırakılmış;anılan kanun maddesinin uygulanmasına yorum getiren ve görülmekle olan davalarda dikkate alınması zorunlu bulunan 28.ll.l997 gün ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararın da "kural olarak,mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisi belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna;ancak 362l sayılı Kıyı Kanunu'nun 9.maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında,bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine"işaret edilmiştir.Hal böyle olunca,öncelikle idare tarafından 362l sayılı Kanunun 9.maddesi hükmüne göre "kıyı kenar çizgisi" haritasının düzenlenip, düzenlenmediği araştırılmalı,ondan sonra,üç jeologtan oluşturulacak uzman bilirkişi kurulu ve Tapu Fen Memuru aracılığıyla yerinde keşif yapılmalı;harita düzenlendiğinin ve yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararı'nda belirtildiği şekilde işlem gördüğünün,böylece davanın taraflarını bağlayan bir içerik kazandığının anlaşılması durumunda"kıyı kenar çizgisi" idarenin düzenlendiği harita ya değer verilerek saptanmalıdır. Harita düzenlenmediğinin yada düzenlenipte 5/3 sayılı kararda yazılı olduğu gibi bizzat bildirim yapılmadığının veya ilanen bildirime karşın,idari yargıya başvurulmadığının ortaya çıkması halinde ise,kıyı kenar çizgisi,bilimsel verilerden ve düzenlenmiş olmakla birlikte bağlayıcılık niteliğini kazanamamış haritadan yararlanılarak belli edilmeli belirlenen çizgi Tapu Fen memuru sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisine infazda kuşkuya yer bırakmıyacak biçimde yansıtılmalı ve sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.Oysa, dosya içeriği ve toplalan delillerden; özellikle mahkemece yapılan uygulama sonucu uzman bilirkişi heyetinden elde edilen rapor ve krokilerden; çekişmeli taşınmazın sınırlarında deniz,g öl ve bataklık bulunduğu görülmektedir. Bilirkişi kurulunun 10.5.2006 ve 12.6.2006 tarihli rapor ve ek raporların yukarıda değinilen ilkeler gözetildiğinde hüküm kurmaya elverişli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.Öte yandan, çekişmeli taşınmazın karar tarihinden sonra ifraza tabi tutularak 483 ada 18 ve 19 sayılı parseller olarak ayrıldığı ve 19 parsel sayılı taşınmazın üçüncü kişilere devredilmek suretiyle eldeğiştirdiği anlaşılmaktadır.Hal böyle olunca öncelikle HUMK.'nun 186.maddesinin uygulanması gerektiğinin düşünülmesi ve yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde yeterli araştırma ve uygulama yapılmak suretiyle "kıyı kenar çizgisinin saptanması, çekişmeli yerin kıyı kenar çizgisinin dışında kaldığının belirlenmesi halinde, özellikle devletin hüküm ve tasarrufu altında olan ve kamu malı niteliğinde bulunan taşınmazlardan olup olmadığının özel mülkiyete konu olup olmayacağı üzerinde durulması; toplanan ve toplanacak bütün deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 19.4.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.