MAHKEMESİ : DÜZCE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 25/09/2012NUMARASI : 2010/423-2012/512Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı pay oranında tapu iptali ve tescili isteğine ilişkin olup, mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının, ortak miras bırakan R..H..'un, çekişme konusu 179 ada 75 parsel sayılı taşınmazını, mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalı oğlu Ö..'a satış yoluyla temlik ettiğini; Ö..'ın diğer davalı kardeşleri K..'a; K..'ında tekrar 60/127 payı Ö..'a satış yoluyla devrettiğini yapılan bu işlemlerinde muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtığı görülmektedir.Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçek-ten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26.maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Somut olaya gelince; miras bırakan 1933 doğumlu R.. H..'un 4.10.1996 tarihinde öldüğü; mirasçıları olarak, davacı kızı G.. ile davalı oğulları K..ve Ö.. ile dava dışı kızları Ö.., N.., G.. ve A..'nin kaldığı; miras bırakanın, babası H..'den 9.8.1990 tarihinde kendisine intikal eden çekişmeli 179 ada 75 parsel sayılı 127 m2'lik bahçeli ahşap iki ev vasfındaki taşınmazını satış suretiyle 9.8.1990 tarihin de davalı oğlu Ö..'a satış suretiyle temlik ettiği; Ö..'nın da kardeşi olan diğer davalı K..'a, K..'ın da tekrar 60/127 payı Ö..'a satış yoluyla devrettiği, taşınmazın kaydına 6.4.1984 tarihinde vergi dairesince konulan haciz şerhinin 8.8.1990 tarihin de terkin edildiği kayden sabittir. Davacının, miras bırakanın çekişmeli taşınmazını mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalı oğlu Ö..'a satış yoluyla temlik ettiğini, sonradan davalılar arasında gerçekleştirilen satış işlemelerin de muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtığı; davalıların ise, çekişmeli taşınmazın dedeleri H..'den miras bırakan babalarına intikal ettiğini, dedeleri H..'in maliyeye olan borcu nedeniyle taşınmaz kaydına haciz konulduğunu, vergi borcunu ödemeleri nedeniyle haciz şerhinin kaldırılmasından sonra satış işleminin gerçekleştirildiğini, belirterek davanın reddini savundukları açıktır.Ne var ki, mahkemece, davalıların savunmaları doğrultusunda gerekli araştırmanın yapılmadığı, yerinde keşif yapılarak taşınmazın temlik tarihi ve dava tarihi itibariyle değeri belirlenmediği gibi, davalıların, çekişmeli taşınmazın kamulaştırıldığı savunması üzerinde de durulmadığı anlaşılmaktadırHal böyle olunca, öncelikle çekişmeli taşınmazın kamulaştırma nedeniyle el değiştirip değiştirmediğinin, olayda, HMK'nun 125. maddesinin uygulama yeri bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması, ondan sonra, yerinde keşif yapılarak çekişmeli taşınmazın temlik tarihi ve dava tarihi itibarıyle gerçek değerinin saptanması, davalıların savunmalarında sözü edilen vergi borcunun miktarının ve davalılaraca ödenip ödenmediğinin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi, toplanan ve toplanancak delillerin yukarıda açıklanan ilkeler ile birlikte değerlendirilmesi hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturmayla yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.Davacı vekilinin temyiz itirazları değinilen yönler itibariyle yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.3.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.