Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 4330 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 16656 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 21/06/2012NUMARASI : 2010/300-2012/382Yanlar arasında görülen tapu iptali, tescil ve tazminat davası sonunda, yerel mahkemece tapu iptal ve tescil isteğinin reddine, tazminat isteğinin kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; Dava, tapu iptali tescil, aksi takdirde tazminat isteklerine ilişkindir. Mahkemece, tapu iptal ve tescil isteğinin reddine, tazminat isteğinin kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu kat mülkiyeti kurulu 38 ada 21 sayılı taşınmazın 22 nolu bağımsız bölümünün miras bırakan K.. D.. adına kayıtlı iken davalılardan A.. D.. tarafından kendisine asaleten, 14.6.2007 gün 21477 yevmiye numaralı düzenleme şeklindeki genel vekaletname uyarınca davacılara vekaleten davalılardan eşi Olan F..D..'a 61.999.-TL bedelle satıldığı, F..'inde 17.8.2009 tarihinde D..H..T..'e, onunda 27.5.2010 tarihinde O.. Y..'ya sattığı, taşınmazın keşfen saptanan dava tarihindeki gerçek değerinin 150.000.-TL, akit tarihindeki gerçek değerinin 125.000.-TL olduğu, Davacıların; kardeşleri olan A.. D..'a annelerinden ırsen intikal eden taşınmazların tapuda adlarına intikalini yaptırmak üzere vekalet verdiklerini, vekalette satış yetkisi bulunduğunu sonradan öğrendiklerini, ancak kardeşleri olması sebebiyle davalı A..e güvendikleri için vekaletten azletmediklerini, A..'in verdikleri vekaletle muvazaalı olarak taşınmazı önce eşine, eşininde D..'a kısa aralıklarla devrettiklerini, bu sebeple D..'un iyi niyetli olmaması nedeniyle tapu kaydının iptali ve payları oranında adlarına tescili, aksi takdirde taşınmazın dava tarihindeki gerçek değerinin tahsili istemiyle dava açtıklarını, davanın devamı sırasında taşınmazın O..'a satıldığından bahisle davacıların isteği üzerine mahkeme O..'ın davaya dahil edildiğini, davalı A.. D..'un; miras bırakan K.. D..'a kendisi ile eşi F..'in bakıp gözettiklerini, karşılığında da mirasçılar arasında çekişmeli taşınmazın kendisine devri konusunda anlaştıklarını, anlaşma ve vekalet uyarıncada taşınmazı eşi F.. D..'a temlik ettiğini, davacıların satış yetkisini bilerek ve isteyerek verdiklerini, durumdan haberdar oldukları halde vekillikten azletmediklerini ileri sürdüğü, F..D..'unda aynı yönde savunmada bulunduğu anlaşılmaktadır...1-Davacıların A..D.. ve F.. D..'a yönelik temyiz itirazları yönünden; Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 (6098 sayılı TBK'nun 506/2) maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut uyuşmazlıkta tüm dosya kapsamından vekil A.. D.. tarafından vekalet görevi kötüye kullanılarak çekişmeli taşınmazın eşi F.. D..'a bedelsiz temlik edildiği anlaşılmaktadır. Kaldı ki mahkemece bedele hükmedilmiş olmasına rağmen vekil A..D.. ile lehine temlik yapılan F.. D.. kararı temyiz etmemişlerdir. Bu durumda F..'e yapılan temlik bakımından vekalet görevinin kötüye kullanıldığı açıktır.2-Davacıların ikinci el D..H.. T.. ve üçüncü el O..Y..'ya yönelik temyiz itirazlarına gelince; D.. H.. T... ve O..Y..vekalet görevinin kötüye kullanıldığını bilebilecek durumda iseler edinimlerinin korunamayacağı kuşkusuzdur. Ne var ki, mahkemece bu yönde hükme yeterli bir araştırma yapıldığını söylemek mümkün değildir.Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini koruma zorunluluğu duymuştur. Belirtilen ilke Medeni Kanunun 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 üncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde ifade edilmiş, aynı ilkenin tamamlayıcısı olarak 1024. maddenin 1. fıkrasında "bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişinin bu tescile dayanamayacağı" öngörülmüştür.Bu durumda, tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edileceğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Hal böyle olunca; davalı D..H.. T..ve dahili davalı O..Y..'nın iyiniyetli olup olmadıkları, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını bilip bilmedikleri hususlarının tarafların gösterecekleri deliller de toplanmak suretiyle yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilip yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davacıların temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26.03.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.