MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTaraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davacı, kayden maliki olduğu 1410 parsel sayılı taşınmazı, eşi ...'ın davalılar ...'den satın aldığı arabaya karşılık teminat olarak verdiğini, borç ödendiği ve bir kısım senetlerin vadesi gelmediği halde, satışa konu aracın davalılar tarafından evlerinin önünden götürüldüğünü, eşinin açmış olduğu alacak davasının derdest olduğunu, borcu ödedikleri halde davalıların anılan taşınmazı usulsüz satarak kazanç elde ettiklerini, taşınmazın son kayıt maliki olan davalı ...'in de bu durumları bildiğini ileri sürerek, tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemiş, yargılama sırasında; çekişmeye konu taşınmazın ipotek ettirilmesi amacıyla davalı ...'in vekil tayin edildiğini, ancak hileli olarak satış yetkisi de içerir vekâletname alınarak ipotek ettirilecek yerde taşınmazın satışının yapıldığını ve bu şekilde zarara uğratıldığını bildirmiştir. Davalı ..., taşınmazın bulunduğu köyde ev yaptırmak için arsa ararken arkadaşı ...'ın haber vermesi ile taşınmazdan haberdar olarak davalı ...'den 4750.-TL bedelle satın aldığını, ... adına işlemi vekili olan davalı ...'ın gerçekleştirdiğini davalı ..., davacının resmi aktin aksini aynı kuvvette yazılı belge ile ispat etmesi gerektiğini, tanık dinlenemeyeceğini belirterek davanın reddini istemişlerdir. Davalı ..., davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davanın hile, vekalet görevinin kötüye kullanılması ve inançlı işlem hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil olduğu, hile iddiası yönünden hak düşürücü sürenin geçtiği, kaldı ki davalı ...'in de taşınmazı, araba satış bedeli olarak aldığı yönünde yemin ettiği, vekaletnamede ipotek ve satış yetkisinin bulunduğu, bu durumda vekilin vekalet sözleşmesine aykırı davrandığından da bahsedilemeyeceği, inançlı işlem yönünden ise; davacının yazılı belgesinin olmadığı gibi, davalı ...'in taşınmazı muvazaalı olarak aldığının ispatlanamadığı, kaldı ki davalıların teklif edilen yemini eda etmeleri sebebi ile davalı Alaattin'in taşınmazı iyiniyetli olarak edindiği kanaatine ulaşıldığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; kayden davacının maliki olduğu 1410 parsel sayılı taşınmazın vekili olan davalı ... tarafından 14.07.2009 tarihinde davalı ...'e, ...'in de 20.12.2010 tarihinde davalı ...'a satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı HMK. nun 26. ve 33. maddelerine göre; olayları bildirmek ve ileri sürmek taraflara, bu kapsamda nitelemeyi yapmak ve belirlenecek hukuki tavsifle ilgili olarak tatbik edilecek kanun hükümlerini tesbit ve tayin ederek uygulamak hâkime aittir. Somut olayda; dava dilekçesi içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden; hile ile alınan vekâlet name kullanılarak vekâlet görevinin kötüye kulanıldığı iddiasına dayanıldığı görülmektedir.Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda somut olaya bakıldığında; mahkemece, hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Şöyle ki, mahallinde keşif yapılıp, taşınmazların devir tarihlerindeki gerçek değerlerinin belirlenmediği, öte yandan; davacının eşi veya oğluna davalı ...'in herhangi bir araç satıp satmadığı, satmış ise bu aracın akıbetinin ne olduğu, yine ...'in sattığı aracın başkasına verilip davalı ...'den başka araç alınıp alınmadığı, alınmış ise bu aracın akıbetinin ne olduğu, araç ödemelerinin ne şekilde yapıldığı, davalılar ... ile vekil ... arasında herhangi bir ticari ilişki bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılmadığı, ... İcra Müdürlüğü'nün 2010/2014 Esas sayılı takip dosyasının getirtilip değerlendirilmediği ve bu takip dosyasından haczedilen ... plakalı aracı, kimin, kime ne şekilde sattığı, haciz işleminden sonra kime teslim edildiği, davacı tarafa iade edilip edilmediği hususları üzerinde durulmadığı, diğer bir söyleyişle zararlandırma olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği belirlenmeden, sadece vekilin vekaletnamesinde satış yetkisinin bulunması yeterli görülerek sonuca gidildiği görülmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı davaların her türlü delille ispatı mümkündür. Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, bu konuda tarafların gösterdikleri ve evrak arasına yansıyan tüm delillerin eksiksiz toplanması, yemin delilinin en son başvurulması gereken delil niteliğinde olduğu da gözetilerek, davalı vekil ...'in vekalet görevini kötüye kullanıp kullanmadığının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi, vekalet görevinin kötüye kullanıldığının belirlenmesi halinde, son kayıt maliki ...'in bu durumu bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda olup olmadığı, Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağı üzerinde durularak varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik inleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir. Davacı vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 07.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.