MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTaraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'ün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; -KARAR-Dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Davacı hazine, Mahalli İskan Komisyonu’nun kararıyla 2510 sayılı Kanun uyarınca göçebe olması nedeniyle aile temsilcisi davalı ...'in hak sahibi sayılmasına karar verildiğini ve buna dayalı olarak dava konusu 445 parsel sayılı taşınmazın adı geçen davalı ve ailesi olan diğer davalılar adlarına tescil edildiğini, başvuru veya hak sahipliği karar tarihinden önce davalı ...'in ... ve ... kaydının bulunduğunun tespit edildiği dolayısıyla davalıların göçebe olmadıkları gerekçesiyle Mahalli İskan Komisyonu’nun kararı ile hak sahipliklerinin ve daha önce alınmış komisyon kararının iptaline karar verildiğini ve kararın davalılardan ...'e tebliğ edildiği halde idari yargı yerinde iptal davası açılmadığını ileri sürerek tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı ..., hak sahipliklerinin iptaline ilişkin komisyon kararının tebliğinin usulsüz olduğunu, ayrıca 5543 sayılı İskan Kanununa eklenen geçici 7. maddenin üçüncü fıkrasında mülga 2510 sayılı Kanun döneminde hak sahibi olanların hak sahipliklerinin herhangi bir koşul aranmadan devam edeceği hükmünün düzenlendiğini belirtip davanın reddini savunmuştur.Davalılar ...,cevap vermemişlerdir. Mahkemece, Danıştay 8. Dairesinin 2013/5988-10404 E.K. sayılı ilamına atıf yapılarak davacıların hak sahibi olarak belirlendiği tarihte yürürlükte olan yasa ve yönetmelikte göçebe grubuna mensup olanlardan kimlerin hak sahibi olabileceği yönünde açık bir düzenleme yer almadığı gibi birlikte iskan edilen göçebe grubuna mensup olduğu hususunda ihtilaf bulunmayan davacıların başvuru sırasında ibraz ettiği göçebe belgesi ve konaklama belgesi gibi belgelerin sahte olduğuna yada hak sahipliği kararının alınmasında ilgililerin hilesi bulunduğuna yönelik herhangi bir tespitte yapılmadığı, 12.07.2013 tarihinde kabul edilen 6495 sayılı Kanun ile 5543 sayılı İskan Kanununa eklenen geçici 7. maddenin üçüncü fıkrasında "mülga 2510 sayılı Kanuna göre hak sahibi olanların hak sahiplikleri herhangibir koşul aranmaksızın bu Kanuna göre devam eder" hükmüne yer verilmek suretiyle yürürlükten kalkan 2510 sayılı Kanun döneminde hak sahibi olanların hak sahipliklerinin herhangi bir koşul aranmadan devam edeceğinin vurgulandığı, dolayısıyla Mahalli İskan Komisyonunun hak sahipliğinin iptaline dair kararın usul ve yasaya uygun olmadığı, ayrıca tescilin yolsuz hale geldiği kabul edilse dahi 4721 sayılı Kanunun 712. maddesi gereğince davacıların taşınmazı kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinimlerinin korunması gerektiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; Mahalli İskan Komisyonu’nun 29.06.1998 tarih ve 162 sayılı kararıyla 2510 sayılı Kanun uyarınca göçebe olması nedeniyle aile temsilcisi davalı ...'in hak sahibi sayılmasına karar verildiği ve buna dayalı olarak çekişme konusu 445 parsel sayılı taşınmazın adı geçen davalı ve ailesi olan diğer davalılar adlarına 17.09.2007 tarihinde 1/6 şar hisse ile tahsisen tescil edildiği, başvuru veya hak sahipliği karar tarihinden önce davalı ...'in Bağ-Kur ve SSK kaydının bulunduğunun tespit edilmesi üzerine davalıların göçebe olmadıkları gerekçesiyle Mahalli İskan Komisyonu’nun 15.06.2011 tarih ve 49 sayılı kararı ile hak sahipliklerinin ve daha önce alınmış komisyon kararının iptaline karar verildiği ve kararın 01.07.2011 tarihinde davalılardan Celil'e tebliğ edildiği (diğer davalılara tebliğ edilmediği) ve idari yargı yerinde iptal davası açılmadığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; hak sahipliğine dair kararların iptaline dair tasarrufların hukuksal varlıklarını koruduklarının anlaşılması durumunda, davalılar adına olan sicil kaydının dayanaksız hale geleceği, 4721 sayılı TMK. nun 1025. maddesi uyarına yolsuz tescil durumuna düşeceği ve bu takdirde davanın kabulüne karar verilmesi gerekeceği açıktır. Ancak; subjektif idari işlemlerin ilgililer bakımından hukuksal sonuç doğurabilmesinin temel koşulu işlemin yöneldiği kişiye yazılı olarak tebliğ edilmesidir. Bu nitelikteki bir tebliğin yapılmaması durumunda işlemin o kişi bakımından hukuksal sonuç doğurduğundan bahsedilemez. Esasen Mahalli İskan Komisyonu idari bir kurul olup kararlarıda idari işlem niteliktedir. Anayasa'nın 125.maddesi gereğince her idari işlem ve eylem gibi Mahalli İskan Komisyonu kararları da yargı denetimine tabidir. Bu denetimi yapacak merci idari yargıdır, ilgililerin yargıya müracaatları için yasada öngörülen süre Anayasamıza göre bu kararın yazılı olarak tebliğ edildiği tarihte başlamaktadır. İdari karar kesinleşmeden adli yargı hakiminin bu kararı esas alarak hüküm kurması söz konusu değildir. Diğer bir deyişle adli yargıda komisyon kararlarının yasaya uygun olup olmadığı tartışılamaz. Öte yandan; dava koşulu gerçekleşmediği taktirde, işin esası hakkında hüküm kurulamayacağı gibi her dava kural olarak açıldığı tarihteki koşullar dikkate alınarak sonuçlandırılır. Somut olaya gelince; davaya konu taşınmazın davalılar adına 1/6 şar hisse ile kayıtlı olduğu, Mahalli İskan Komisyonu’nun davalıların hak sahipliklerinin ve daha önce alınmış komisyon kararının iptaline ilişkin kararın davalılar ...'e tebliğ edilmediği buna karşın davalı ...'e tebliğ edilerek kesinleştirildiği anlaşılmaktadır.Hal böyle olunca; davalı ... yönünden adına tahsis işlemi iptal edildiğine ve bu iptal kararı kesinleştiğine (artık tescilin dayanağı ortadan kalktığına) göre davalı ... adına mevcut kaydın yolsuz tescil durumunda bulunduğu gözetilerek davanın kabul edilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığı gibi davalılar ... yönünden hak sahipliklerinin ve daha önce alınmış komisyon kararının iptaline ilişkin komisyon kararının taraflara tebliğ edilmeden (idari karar kesinleşmeden) yolsuz tescil hükümlerine dayalı olarak davanın açılamayacağı (zira her davanın açıldığı tarihteki koşullar) gözetilerek davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken kesin hüküm oluşturacak şekilde davanın esastan reddi de isabetsizdir. Kabule göre de; olayda Türk Medeni Kanunun 712. maddesinin uygulama yeri bulunmadığı halde yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi de isabetsizdir. Davacı vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin vekâlet ücretine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 06.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.