MAHKEMESİ : KADIKÖY 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 10/11/2009NUMARASI : 2007/156-2009/322Taraflar arasında görülen davada;Davacı, yurtdışında yaşadığını, davalı S.’ye İstanbul İlindeki taşınmazların alımı ve satımı konusunda genel vekaletname verdiğini, vekilin bilgisi ve rızası dışında işlemler yaptığını öğrenmesi üzerine, vekillikten azlettiğini bu durumu noter kanalıyla ve sözlü olarak bildirdiğini, vekillikten azledildiğini bilmesine rağmen kayden maliki bulunduğu 499 ada, 11 sayılı parseldeki 1 nolu bağımsız bölümü yakın arkadaşı diğer davalıya rayiç bedelinin çok altında düşük bir bedelle muvazaalı olarak temlik ettiğini, temlik işleminden İstanbul’daki emlakçısı aracılığıyla 19.03.2007 tarihinde haberdar olduğunu, davalı S.’nin yetkisiz temsilci olduğunu, diğer davalının da bu durumu bilen, S.ile f. ve elbirliği içinde hareket ettiğini, iyiniyet korumasından yararlanamayacağını ileri sürerek tapu kaydının iptali ve tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalı S.K., vekâlete istinaden satış yaptığını, azledildiğinin noter kanalıyla kendisine tebliğ edilmediğini, sözlü olarak bildirimde bulunmadığını, davacının gerek satıştan gerekse satış bedelinden haberdar olduğunu, tapudaki devir öncesinde harici satış sözleşmesi düzenlendiğini, Türkiye’ye döndüğünde gerek satış bedelinin gerekse sözleşmenin bir örneğinin davacıya verildiğini belirterek haksız ve dayanaksız açılan davanın reddini savunmuştur. Davalı K.T.; taşınmazı vekil aracılığıyla bedeli karşılığında satın aldığını, vekilin azledildiğinin Tapu Sicil Müdürlüğüne bildirilmediğini, tapuya güvenerek taşınmazı temellük ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece; azil beyanının vekile tebliğ edilmediğini, bu nedenle vekâletin sona ermeyeceğini, temsil yetkisinin devam edeceği, azlin tebliğ edildiğine dair yazılı delil sunulmadığı, diğer davalının da işbirliği içinde olduğu iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, taraflarca süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava; vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir.Mahkemece; davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğine göre davalının temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine, davacının temyizine gelince;Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının 01.10.2004 tarihinde noterde düzenlenen vekâletname ile taşınmazlarını dilediği kişiye dilediği bedelle satımı konusunda davalı S.’yi vekil tayin ettiği, 01.03.2006 tarihinde ise noterde düzenlenen azilname ile de vekillik görevinden azlettiği, azilden sonra çekişme konusu 449 ada, 11 parsel sayılı taşınmazın, söz konusu vekaletnameye istinaden 01.03.2006 tarihinde satış yoluyla, diğer davalı K.T.e temlik edildiği anlaşılmaktadır.Davacı, anılan temlikin vekâlet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekâleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Hemen belirtilmelidir ki, 07.12.1940 tarih 20/87 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere aksi taraflarca kararlaştırılmadıkça yahut halin icabından anlaşılmadıkça temsil yetkisi; mümessilin (vekilin) veya temsil edilenin (vekil edenin) ölümü, gaiplik hükmünün ilanı veya vekil ya da vekil edenin yahut her ikisinin iflas ilan etmeleri veyahut da medeni hakların kullanılması yeteneğinin kaybedilmesi gibi hallerde son bulacağı gibi (B.K. 35, 397. Md.) vekâletten istifa ve azil de (B.K. 396.Md) temsil yetkisini sona erdiren nedenlerdendir.Öte yandan, Borçlar Kanununun 37. ve 398.maddesi hükmünce mümessil (vekil) kendi salahiyetinin son bulduğuna vakıf olmadığı müddetçe, temsil edilen (vekil eden) yahut halefleri bu yetki henüz baki imiş gibi vekilin muamelesi ile alacaklı veya borçlu olurlar. Başka bir ifadeyle vekilin vekâleten yaptığı tasarruf veya tasarruflardan vekil edenin sorumlu olmaması için vekilin vekâlet görevinin sona erdiğini bilmesi gerekir. Bunun yanı sıra Borçlar Kanununun 37/2.maddesi hükmü uyarınca vekil ile işlem yapan üçüncü kişilerin de bu tasarruftan kaynaklanan elde ettikleri hakların korunabilmesi bakımından vekilin yetkisinin son bulduğunu bilmemeleri gerekir. Somut olayda, her ne kadar azilnamenin vekile tebliğ edilmediği görülmekte ise de tanık beyanlarına göre Kamuran’ın, S.’nin kardeşinin yanında çalıştığı, alım gücünün olmadığı, çekişmeli bölümün bankaya davacının emlakçısı aracılığıyla kiraya verildiği, davacı ile vekil arasında kira ilişkisi nedeniyle uyuşmazlık çıktığı, davacı tarafından vekil .i’nin azledildiğ azil keyfiyetinden gerek vekilin gerekse kayıt maliki Kamuran’ın haberdar oldukları, azledildiği sözlü olarak bildirildiği halde taşınmazın rayiç değerinin altında temlik edildiği, davalıların fikir ve elbirliği içinde oldukları, davacı tarafın gösterdiği tanıkların müşahhas, olaylara dayalı yeminli bildirimlerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca, bu yasal düzenlemeler ve kurallar çerçevesinde tespit edilen olgu ve bulgular değerlendirildiğinde; çekişme konusu taşınmazın temlik tarihinde gerçek değerinin 180.000.-TL., akit tablosunda belirtilen satış bedelinin ise 63.000.-TL. olduğu, davalılar arasında arkadaşlık ilişkisinin olduğu, temlik tarihinden önce vekilin azledildiği, davalıların savunmalarında samimi olmadıkları, davalı vekil S.’nin vekalet görevini kötüye kullandığı ve diğer davalının da bunu bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda bulunduğu, vekille alıcının el ve işbirliği içinde hareket ettikleri, vekilin vekalet görevini kötüye kullandığı kabul edilmelidir.Hal böyle olunca; davacının tapu iptal ve tescil isteğinin kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle ve yasal olmayan gerekçelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Öyleyse, bozma nedenine göre davalının temyiz itirazının reddine, davacının, temyiz itirazları ise yerinde olup, kabulüyle, hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.04.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.