MAHKEMESİ : REYHANLI ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 05/01/2011NUMARASI : 2007/433-2011/2Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davalı Hasan aleyhine açılan davanın kabulüne, diğer davalılar aleyhinde açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine ilişkin olarak verilen karar davalılar H.. ile M.. tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; Dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davalı Hasan aleyhine açılan davanın kabulüne, diğer davalılar aleyhinde açılan davanın husumetten reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden;dava konusu 119 ada, 9 parsel sayılı taşınmazın, 30.04.1992 tarihinde kadastro suretiyle İ.. oğlu H.. T.. adına tescil edildiği, adı geçenin 10.01.1994 tarihinde ölümüyle mirasçıları olan davalılara intikal ettiği, mirasçıların tümünün 11.08.2006 tarihinde taşınmazı davalı H.. Ç..'a satış suretiyle temlik ettikleri anlaşılmaktadır.Davacı Hazine, 9 parsel sayılı taşınmazın kök maliki olan İ.. oğlu H.. T..'nın ve mirasçılarının Suriye uyruklu olduklarını, 1062 sayılı Kanun ve buna bağlı olarak çıkarılan Kararnamelerle mallarına el konulduğunu, yapılan intikal ve satışların geçersiz olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştırBilindiği üzere, 15.06.1927 tarihinde yürürlüğe giren 1062 sayılı Yasa ile, Bakanlar Kuruluna karşılıklılık (Mukabele-i bilmisil) olarak bir devletin vatandaşlarının Türkiye'deki malları üzerindeki tasarruflarını kısmen veya tamamen tahdit veya onlara elkoyma yetkisi verilmiştir. Bakanlar Kurulunca, bu yasaya uygun olarak Suriye uyruklu kişiler hakkında 13.01.1939 tarih, 2/10250 sayılı Kararname çıkarılarak, taşınmazlarını başkalarına devretmeleri üzerlerine ipotek koydurmaları yasaklanmıştır. 23.06.1959 tarihinde kabul edilen sözleşme ile Türkiye sınırları içinde kalan ve Türk Tabiyetine geçmiş sayılan kimselere, Suriye ve Lübnan uyruğuna geçmek için sözleşme tarihinden itibaren 6 aylık ikametlerini nakletme, 18 aylık da mallarını tasviye için süre tanınmıştır. 31.05.1940 tarih 2/13629 sayılı Kararname Lübnan ve Suriye uyruğunu tercih edenlerin mallarını, tanınan 18 aylık sürenin bitimine kadar zayii ve telef olmaması için nasıl idare edileceğine ilişkin yöntemleri belirlemiş, Suriye uyrukluların malları Devletçe konulan bu ilkelere göre idare edilmeye başlanmıştır. İlave olarak süresinde mallarını tasfiye etmeyen kişilerin mallarının, 2490 sayılı Yasaya göre tasfiye edileceği hükmü getirilmiştir. 14.02.1942 tarih 2/17317 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile de muvazaalı temliklerin önlenmesi yönünden Suriye uyruklu kişilerin, borçlarından dolayı malları üzerinde haciz konarak satışlarının yapılabilmesi yasaklanmıştır.18.11.1957 tarih, 4/9697 sayılı Kararname ise, Suriye uyrukluların, paydaşı olduğu taşınmazların rızaen taksimlerini yasaklamış ancak Mahkeme eliyle şuyuun izalesine imkan vermiştir. Bunun yanında Medeni Kanunun 724 ve 725. maddesine göre temliken tescilleri önlemiştir. Son olarak 17.10.1966 tarihinde yürürlüğe giren 01.10.1966 gün 6/7104 sayılı Kararname ile de, Suriye uyrukluların mallarına devletçe el konulmuştur. Kısaca belirtmek gerekirse Suriye uyrukluların mallarının mülkiyeti 1966 tarihine kadar devlete geçmemiş ise de, bu malların gerek mal sahibinin iradesi, gerekse iradesi dışında özel kişilere geçmesi önlenmiş, onlara vaziyet edilmiş, üzerlerinde gittikçe artan bir hakimiyet kurulmuş, sonunda da söz konusu kararname ile fiilen el konulmuştur.Diğer bir anlatımla 01.10.1966 tarihinden önce ilerde devlete geçeceği düşünülerek Suriye uyrukluların malları denetim altına alınmıştır. ( Hukuk Genel Kurulunun 15.04.1992 tarih, 992/7 tarih-174- 245 sayılı, 04.12.1991 tarih 991/16-539-624 sayılı kararı )Hal böyle olunca, Suriye uyruklu şahısların Türkiyede taşınmaz mal edinmeleri imkansızdır. Ancak taşınmaz iyiniyet iddiasında bulunan davalı H..'a mirasçılar tarafından satış yolu ile temlik edilmiştir. Dava konusu taşınmazın tapu kaydına 17.04.2007 tarihinde 1062 sayılı yasa uyarınca şerh konulmuş, ne var ki satış şerh koyulmadan önce 11.08.2006 tarihinde gerçekleştirilmiştir.Ayrıca; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke T.M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete Olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.Somut olaya gelince; Bu konuda yeterli bir inceleme yapıldığını söyleyebilme imkanı yoktur.Hal böyle olunca davalı Hasan yönünden iyi niyetli olup olmadığının yukarıdaki ilkeler uyarınca araştırılması, tarafların bu konuda bildirecekleri delillerin toplanması, toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve noksan soruşturma ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davalıların temyiz itirazları yerindedir, kabulü ile, hükmün (6100 sayılı yasanın geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nın 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 25.03.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.