MAHKEMESİ : İMAMOĞLU ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ : 20/03/2007NUMARASI : 2003/256-2007/27Taraflar arasında görülen davada;Davacı, babaları M... A.. taşınmazların mirasçılarına intikal ve taksimi için davalıya 3.7.2003 tarihli vekaletname verdiklerini, davalının eşit bir şekilde taşınmazları intikal ettirmesi gerekirken, çekişme konusu 1961 ve 589 parsel sayılı taşınmazları, aralarında rızai taksim yapıldığı iddiası ile adına tescil ettirdiği, oysa ortada yazılı bir taksim sözleşmesi bulunmadığını, tescilin usulsüz olduğunu ileri sürüp, tapu iptal tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, vekaletnamenin taksim yapılması amacıyla verildiğini, taşınmazların verimlilik durumları esas alınarak taksimin yapıldığını bildirerek, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davalının anılan vekaletname ile taksime, intikale yetkili kılındığı, temliklerde usulsüzlük bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; tarafların müşterek murisleri M..A..ve eşi F...nın ölümü ile geriye davacı E..., D.., A.., Y.., Y.., E.. G.., A.., G.. 1999 yılında ölen kızları S..'dan olma E.. Ka.., H...K..., D..Avcı, R... ve davalı L....nin kaldığı, 3.7.2003 tarih ve 1532 yevmiyeli vekaletname ile mirasçılarından A...dışındakilerin davalı L...ye "... irsen ve teselsülen intikal eden taşınmazlardaki miras hak ve paylarını, adlarına intikal ve tescillerini yaptırmaya, iştirak halindeki mülkiyeti müşterek mülkiyete çevirmeye... rızaen ve kazaen taksime... vs." ilişkin olarak vekalet verdikleri, davalı L...nin de 21.7.2003 tarihinde kendi adına asaleten ve mirasçılar adına ve vekaleten hareket ederek mirasçı A...nin de katılımı ve mirasçılar adına intikal ettirildikten sonra aynı işlemle muristen intikal eden taşınmazların taksim edildiği ve buna göre taşınmazların sicil kayıtlarının tesis edildiği, bu arada 1961 ve 589 parsel sayılı taşınmazlarında vekil Lütfü adına tescillerinin yapıldığı anlaşılmaktadır.Davacı, davalıya murislerinden irs'en gelen taşınmazların tüm mirasçılar adına eşit bir şekilde intikalinin yapılması ve aynı şekilde taksimi hususunda vekaletname verdiklerini, aralarında yazılı bir taksim sözleşmesi yapılmadığını ve davalının çekişmeli taşınmazları adına tescil ettirmesine rızalarının olmadığını ileri sürerek, sicil kayıtlarının vekalet görevi kötüye kullanılmak suretiyle yolsuz tescil oluşturacak şekilde gerçekleştirildiğini ileri sürerek, tapularının iptali ile tüm mirasçılar adına tescili isteğiyle eldeki davayı açmıştır.Öncelikle, şu ifade edilmelidir ki, taksim sözleşmesinin geçerli olabilmesi için miras bırakanın ölümünden sonra bütün mirasçıların veya temsilcilerinin iradelerinin birleşmesi asıldır. Bir başka ifadeyle, tüm mirasçıların veya temsilcilerinin bir araya gelerek taşınmazları paylaşıp herbirinin kendi payına düşeni aldığı ve diğer mirasçıların paylarına düşenler bakımından da karşılıklı olarak vazgeçtikleri açık ve kesin şekilde belirmedikçe taksimin sabit olduğu kabul edilemez. İşte bunun içindir ki, gerek Türk Medeni Kanununun 676/2. maddesi hükmünde ve gerekse 10.12.1952 tarih ve 2/4 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında taksim sözleşmesinin tüm mirasçıların katılımı ve yazılı olması taksimin geçerliliği için yeterli kabul edilmiştir. Bilindiği üzere, tapulu taşınmazlarda resmi olarak yapılmayan mülkiyet nakillerinin, diğer bir deyişle Türk Medeni Kanununun 706, 2644 Sayılı Tapu Kanununun 26. ve Borçlar Kanununun 213.maddesi hükmü gereğince resmi olarak yapılmayan temliklerinin geçerli olmayacağı, işleme hukuki bir sonuç bağlanmayacağı tartışmasızdır. O halde, somut olayda olduğu gibi harici ve yazılı taksim sözleşmesi yerine tapu memuru önünde düzenlenen tüm mirasçıların gerek vekaleten ve gerekse asaleten iştirak ettikleri akitle ve resmi olarak yapılan taksimin yasal olmadığı söylenemez.Esasen, bu konuda taraflar arasında bir çekişmede bulunmamaktadır. Çekişme vekilin vekil edenleri temsil görevini ifa sırasında isteyerek ve bilerek zarara uğratıp uğratmadığı, değişik bir ifadeyle vekilin taksim sırasında vekalet görevini kötüye kullanıp kullanmadığı noktasında toplanmaktadır. Kaldı ki, iddiada bunu içermektedir.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; mahkemece, yukarıda değinildiği anlamda hükme yeterli olacak nitelikte bir araştırma ve inceleme yapılmış değildir. O halde, eksik soruturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 31.3.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.