MAHKEMESİ: İSTANBUL 20. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 24/05/2011NUMARASI: 2010/285-2011/234Yanlar arasında görülen elatmanın önlenmesi, ecrimisil ve yıkım davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi ecrimisil ve yıkım isteklerine ilişkindir.Davanın kısmen kabulüne dair verilen kararın temyizi üzerine Dairece; "....dava dilekçesinde gösterilen değer yerine keşfen belirlenen ve fakat yargılama aşamasında harcı ikmal edilmeyen değer üzerinden davacı yararına avukatlık ücretinin takdir ve tayin edilmiş olmasının doğru olmadığı...” gereğine değinilerek bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Bilindiği üzere; tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, 1086 sayılı HUMK'nun 388, (6100 sayılı HMK'nın 298.) maddesi uyarınca kararı gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu 1086 sayılı HUMK'nun 389., yine (6100 sayılı HMK.'nın 298.) maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır.Ne var ki, uygulamada 1086 sayılı HUMK'nun 381.maddesinin son fıkrasının 6100 sayılı HMK'nın 294. maddesinin getirdiği ayrıcalığa dayanılarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkca gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 14l. maddesi ile HUMK'nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz. Somut olayda, değinilen ilke ve yasa hükümleri göz ardı edilerek kısa kararda "dava dilekçesinde gösterilen değer itibariyle avukatlık ücret tarifesine göre hesap edilen 2.351,16.TL nispi ücreti vekaletin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine," karar verildiği halde gerekçeli kararda "...39.370,00.TL nispi ücreti vekaletin davalıdan alınarak davacıya verilmesine..." denilmek suretiyle kısa karara çelişkili biçimde gerekçeli karar yazılması doğru değildir.Hal böyle olunca, 10.04.1992 gün, 1992/7 Esas, 1992/4 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararı çerçevesinde bir karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır. Davacı vekilinin, temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.3.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.