Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 4068 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 3171 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : KONYA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 17/12/2009NUMARASI : 2009/342-2009/532Taraflar arasında görülen davada;Davacı, kayden maliki olduğu 1766 parsel sayılı taşınmazın 60/96 payını davalı belediyeye, taşınmaz üzerinde hastane yapılması şartıyla bağışladığını, ancak 25.6.2004 tarihli resmi akitte bağış koşulunun yer almadığını yeni öğrendiğini, hibe şartının da yerine getirilmediğinden bağıştan rücu ettiğini, ayrıca işlem tarihinde fiil ehliyetine de sahip olmadığını ileri sürüp, bağıştan rücu talebinin kabulü ile tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, davanın Borçlar Kanununun 246.maddesinde öngörülen 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, bağışın şartsız olduğunu ve Borçlar Kanununun 244.maddesi uyarınca bağıştan dönme koşullarının oluşmadığını belirtip, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, bağıştan rücu şartlarının oluşmadığı ve davanın yasal hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . . raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, ehliyetsizlik, hata, hile ve bağıştan rücu hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının kayden maliki olduğu 1766 parsel sayılı taşınmazının 60 / 96 payını 25.6.2004 tarihinde davalı belediyeye bağış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır. Davacı, diğer hukuksal nedenlerin yanında ehliyetsizlik iddiasında da bulunarak eldeki davayı açmıştır. Hemen belirtilmelidir ki; ehliyetsizlik iddiası kamu düzenini ilgilendirir ve re’sen gözetilmesi gerekir. Bu niteliği itibariyle de öncelikle incelenmesi gerekeceği açıktır.Bilindiği üzere, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi ve sonuçta davacının ehliyetsiz olduğunun anlaşılması halinde davacıya vasi tayini hususunun gözetilmesi, vasi atanması halinde Türk Medeni Kanununun 462/8.maddesi hükmünce vesayet makamından izin alacak vasinin huzuruyla yargılamanın sürdürülmesi ve böylece davanın görülebilirlik koşulunun yerine getirilmesi; davacının akit tarihinde hukuki ehliyetine haiz olduğunun saptanması durumunda ise diğer hukuksal nedenlerin incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması isabetsizdir.Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün belirtilen nedenlerden ötürü H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.4.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.