MAHKEMESİ : ERDEMLİ 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ : 17/03/2009NUMARASI : 2008/353-2009/273Taraflar arasında görülen davada;Davacı murisi, eşi M.’nın bedelini ödeyerek satın aldığı çekişme konusu bağımsız bölümü davalı kızı N. adına tescil ettirdiğini,itiraz etmesi üzerine taşınmazın murise devredildiğini, ancak murisin anılan bağımsız bölümü tekrar N.’e intikalini sağladığını,N.’in de diğer davalı A.’e temlik ettiğini, taşınmazın kök murise ait olup, muvazaalı olarak devirlerinin yapıldığını ileri sürerek, kaydın iptali ile tüm mirasçılar adına tescilini istemiştir.Davalı N., davayı kabul etmiş, diğer davalı A. ise taşınmazı bedelini ödeyip satın aldığını bildirip davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .....raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu 449 sayılı parseldeki 1 nolu bağımsız bölümün 4/7 payının davalı A. adına kayıtlı olduğu, anılan taşınmaz öncesinde dava dışı F. adına kayıtlı iken 8/ 3126 payını 22.10.1999 tarihinde davalı N.’e satış suretiyle temlik ettiği, N.’in de söz konusu payını murisi M.ya 11.4.2001 tarihinde devrettiği, M.’nın da 12.1.2004 tarihinde tekrar Nurten’e aktardığı , N.’in de ablası olan diğer davalı A.’e 18.10.2006’da sattığı anlaşılmaktadır.Davacı, işlemlerin muvazaalı olduğunu ileri sürerek kaydın iptali ve muris adına tescilini istemiştir. Hemen belirtilmelidir ki , her ne kadar muris tarafından bedel ödenerek satın alınan taşınmazın davalı Nurten adına tescil edilmesi işleminin muvazaalı olduğu iddia edilmiş ise de; yapılan bu temlikte 1.4.1974 tarih ½ Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yerinin olmadığı tartışmasızdır.Ancak, daha sonraki temlikler bakımından da iptal ile tüm mirasçılar adına tescil istenmiştir.Bilindiği üzere; Elbirliği (İştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur. M.K.nun 701-703 maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin ( ortaklığın ) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan herbirinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortaklardan tümüne aittir. Başka bir anlatımla ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Değinilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu kural, M.K.nun 701 maddesinde (... Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir.Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.) biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (İştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır. M.K.nun 702/2 maddesi bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, nevarki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir. (ll.l0.982 tarih l982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) Nitekim bu görüş bilimsel alanda da aynen benimsenmiştir. Somut olayda istek tüm mirasçılar adına tescil olduğuna ve dava dışı mirasçılar da bulunduğuna göre davaya katılmayan ortakların olurlarının alınması ya da miras şirketine Medeni Kanununun 640. maddesi uyarınca atanacak temsilci ile davanın sürdürülmesi gerekeceği tartışmasızdır.Öte yandan, muvazaa yönünden yeterince araştırma ve incelemede yapıldığını söyleyebilme olanağı da yoktur.Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda öncelikle usuli eksikliklerin tamamlanması, daha sonra muvazaa yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.1.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.