Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 3937 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 14128 - Esas Yıl 2011





MAHKEMESİ : ANKARA 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 21/07/2011NUMARASI : 2008/391-2011/169Taraflar arasında görülen davada; Davacı, miras bırakanı M. Y.nın taşınmazlarının bir kısmının tam bir kısmının yarı payını satış ve bağışlama şeklinde davalı kardeşine devrettiğini, diğer mirasçıların haklarının ihlal edildiğini ileri sürüp, . ada . parseldeki 1, 4, 6 ve 10 nolu bağımsız bölümler ile .ada 4 sayılı parselin tapularının iptali ile miras payı oranında adına tescilini istemiş, yargılama sırasında sadece . ada . parseldeki 4 nolu bağımsız bölümün 1/2 payı yönünden davaya devam ettiğini, diğer taşınmazlarla ilgili davadan feragat ettiğini bildirmiştir.Davalı, miras bırakanın ölümü tarihinde yürürlükte bulunan T.M.K.'nun 505. maddesi uyarınca anne-baba-eş bırakmadan ölen miras bırakanın mirasının tamamında tasarruf edebileceğini, satışın gerçek olduğunu, son zamanlarında sağlığı bozuk olan miras bırakanın ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla taşınmazdaki payını sattığını bildirip, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, işlemin danışıklı olduğu gerekçesiyle . ada .parsel sayılı taşınmazlardaki 4 nolu bağımsız bölüm yönünden davanın kabulüne, diğer taşınmazlar yönünden vazgeçme nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davalı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 03.04.2012 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat Ö. E. ile temyiz edilen vekili Avukat A..Y.. geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Kabul kapsamına alınan 4 no'lu bağımsız bölümün 1/2 oranında maliki olan tarafların mirasbırakanı M. bu payını 2006 yılında diğer paydaş ve aynı zamanda kardeşi olduğu anlaşılan davalı A..'ye satış suretiyle temlik ettiği kayden sabittir. Davacı, anılan bu temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.Somut olaya gelince, mirasbırakan M.21.3.2008 tarihinde bekar ve çocuksuz olarak öldüğü, davalı A. murisin öz kardeşi, davacı A.ise mirasbırakanın baba bir, anne ayrı, üvey kardeşinin kızı olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten de, satışa konu edilen payın akitte gösterilen değeri ile gerçek değeri arasında farkın varlığı tespit edilmişse de, yukarıda değinilen ilkeler gözetildiğinde anılan bu fark muvazaanın objektif unsurunu teşkil etmekte olup başlı başına muvazaa olgusunun varlığını oluşturmaz. Muvazaa olgusunun varlığının kabul edilebilmesi için objektif unsurun yanı sıra subjektif unsurun da bulunması gerekir. Bunun için de, mirasbırakanın temlikteki gerçek iradesinin duraksamaya yer bırakmayacak şekilde açığa kavuşturulması zorunludur.Davaya konu olayda, objektif unsurun varlığı sabit ise de subjektif unsurun gerçekleştiğinden söz edilemez. Zira, temlik 2006 tarihinde yapılmış, oysa mirasbırakan 2008 tarihinde ölmüştür. Hemen belirtilmelidir ki, TMK'nun uygulanmasına dair 4722 sayılı Yasanın 17.maddesi hükmüne göre mirasçılık ve miras, mirasbırakanın ölüm tarihinde yürürlükte bulunan yasal düzenlemelere göre belirlenir. TMK'nun 10.5.2007 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5650 sayılı Yasa ile değişik 506.maddesinde kardeşlerin saklı pay sahibi olmadıkları öngörülmüştür. Gerçekten de, savunmada olduğu gibi mirasbırakanın gerçek iradesi mal kaçırma olsa idi, temlik satış gibi gösterilmez, doğrudan bağış yapılırdı. Böylesi bir durumda da olayda muris muvazaasının yasal dayanağını teşkil eden 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uygulanamayacağı gibi, ayrıca davacının saklı pay sahibi olmaması sebebiyle TMK'nun 560 ila 571 maddeleri arasında öngörülen tenkis davası açmasına da olanak bulunmayacaktı.Diğer taraftan, muris M.21.3.2008 olan ölüm tarihinden 3 yıl önce rahatsızlanıp bakıma muhtaç hale geldiği, öldüğünde 90 yaşında olan murisin gerek sağlık yönünden gerekse beşeri, her türlü ihtiyaçlarının davalı tarafından karşılandığı, ayrıca yine davalı tarafından bakıcı tutulmak suretiyle murisin bakımının da temin edildiği dosya kapsamı ile sabittir. Bilindiği gibi, satış bedelinin mutlaka para olması zorunlu olmayıp semenin belirli bir hizmet veya başka türlü bir yardım da olabilmesi mümkündür. Bu husus gerek yargısal uygulamalarla, gerekse öğretide benimsenen bir kuraldır.O halde, değinilen bu somut olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde mirasbırakanın davalıya yapmış olduğu pay temlikinin mirasçıdan mal kaçırma amacıyla yapıldığı kabul edilemez. Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davalının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.12.2011 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 900.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 03.04.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.