MAHKEMESİ : İSTANBUL 11. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 12/04/2012NUMARASI : 2011/290-2012/171Yanlar arasında görülen tapu iptal ve tescil veya tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 19.3.2013 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edenlar vekili Avukat K. G..geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilenler vekili Avukat gelmedi yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı taktirde tazminat isteğine ilişkin olup, mahkemece, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacılar E.. Y.. ve Z.. Y..’ın 16.11.2004 tarihinde ve davacı A.. Y..’ın 25.04.2006 tarihinde davalı Ş..’e verdikleri vekaletnameler kullanılarak, çekişme konusu 1343 ada 41 parsel sayılı taşınmazdaki 3 nolu meskenin davalı Ş.. tarafından miras bırakan M.A.Y..’dan intikalinin yaptırılarak adı geçen davacıların miras paylarının vekilin eşi olan diğer davalı A..’ye satış suretiyle temlikinin yapıldığı, aynı şekilde, dava konusu 684 ada 2 parsel sayılı taşınmazın ½ payının da 17.07.2006 tarihli akitle miras bırakan M. A. Y..’dan intikalinin yaptırılarak davacıların miras paylarının satış suretiyle davalı A..Y..’a temlikinin yapıldığı, daha sonra 684 ada 2 parselin 03.11.2006 tarihinde aynı ada 3 parsel sayılı taşınmazla tevhit edilerek 684 ada 19 parsel sayılı taşınmazın oluşturulduğu, 684 ada 19 parsel sayılı taşınmazda 24.10.2007 tarihinde kat irtifakı kurularak 5 ve 12 nolu bağımsız bölümlerin ½ şer paylı olarak A..Y.. ile dava dışı H.. Y.. adına tescilinden sonra, H.. Y..’ın her iki bağımsız bölümdeki paylarını davalı A. Y..’a satış suretiyle devretmesi ile davalı A..’nin 5 ve 12 nolu bağımsız bölümlerin müstakil maliki haline geldiği anlaşılmaktadır.Davacılar, miras bırakan M. A.Y..’ın ölümü üzerine muris adına kayıtlı taşınmazların intikal işlemlerinin yapılması için verdikleri vekaletler kötüye kullanılarak davalı Ş..’ün çok değerli taşınmazları el ve işbirliği içinde olduğu eşi diğer davalıya düşük bedelle satış suretiyle devrettiğini, zarara uğradıklarını ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı davalar, ayna yönelik olup, mülkiyetten kaynaklanan hak istekleri ile vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiasına dayalı ayın istekli davaların bir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebilmesi olanaklıdır. Borçlar Kanununun 126. (6098 sayılı Türk Borçlar Yasasının 147.) maddesinde öngörülen zamanaşımı süresinin vekalet akdinden kaynaklanan ve vekil ile müvekkil arasındaki çekişmelerde (iç temsil ilişkilerinde) uygulama yeri bulacağı tartışmasızdır. Eldeki davada, ileri sürülen hukuki sebebe (dış temsil ilişkisi) dayalı isteklerde anılan yasa hükmünün uygulama yeri yoktur. Bu nitelikteki, davaların zamanaşımı ve hak düşürücü süreye tabi olmadığı da kuşkusuzdur. O halde, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesinin doğru olduğu söylenemez.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2. ( 6098 sayılı Türk Borçlar Yasasının 506/2.) maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Türk Medeni Kanunu'nun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur.Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Ne var ki, mahkemece, vekâlet görevi kötüye kullanılarak taşınmazların temlik edildiği iddiası bakımından hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular uyarınca araştırma ve inceleme yapılması, taraf delillerinin toplanarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı biçimde hüküm tesisi isabetsizdir. Davacıların bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz edenler vekili için 990.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenlerden alınmasına, 19.3.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.