MAHKEMESİ : ANAMUR ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ : 18/06/2008NUMARASI : 2006/326-2008/349Taraflar arasında görülen davada;Davacı, 324 ada 37 parsel sayılı taşınmazdaki payından bir kısmının 17.2.2003 tarihli özel vekaletnameye istinaden, davalı Z. tarafından vekaletnamede belirtilen bedelle ancak vekaletname tarihinden 1,5 yıl sonra 12.8.2004 tarihinde yakını ve taşınmazda paydaş olan diğer davalıya temlik edildiğini; anılan vekaletnamenin gerçek irade ve beyanına aykırı olarak düzenlendiği gibi davalı Z..'in vekalet görevini kötüye kullandığını, diğer davalı E. Y.'ın da bunu bildiğini veya bilmesi gerektiğini, işlemlerin davalıların hilesiyle meydana getirildiğini ileri sürüp, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı Z., çekişme konusu taşınmazda davacı ve dava dışı 6 paydaşın paylarını satın aldığını, ancak şuf'a hakkının kullanılması olasılığı nedeniyle davacı adına işlem yapıldığını, akit tarihinde 55 milyar lira ve bilahare 10 milyon lira olmak üzere toplam 65 milyar lira satış bedelini davacının oğluna ödediğini ve davacıdan satış yetkisini içerir vekaletname aldığını; ne varki, davacının kendi payı bakımından satış yetkisi vermemesi sebebiyle aralarında sorunlar yaşandığını; davacının üçüncü kişilere satış yapacağını öğrendiğini ve bunun üzerine anılan vekaletle tanıdığı ve taşınmazda paydaş olan diğer davalıya dava konusu payı vekaletle belirtilen bedeli göstererek sattığını belirtip, davanın reddini savunmuştur.Diğer davalı Ejder ortada hukuken geçerli bir vekaletname ve satış işlemi bulunduğunu, iddiaların doğru olmadığını, iyiniyetin asıl olup, aksini iddia edenin ispatlanması gerektiğini beyan ederek davanın reddini istemiştir.Mahkemece, davacının davasının reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ..raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nededine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 17.2.2003 tarihinde davacının davalılardan Zafer Tayanç'a " 324 ada 37 parseldeki payından 5184/ 25920 payı dilediği kimseye 7.200.000.000 TL. bedelle satma konusunda yetki verdiği; davalı Z.'in bu payı aradan takriben 1,5 yıl geçtikten sonra 12.8.2004 tarihinde aynı bedelle diğer davalı A.E. Y.'a temlik ettiği; tanık beyanlarına göre, davalı E.'in bu payı bedel ödemeden aldığını, davacının oğlu dava dışı A.A. ile davalı Z. arasındaki mali sorunların çözümlenmesi durumunda bu payı iade etmeye hazır olduğunu söylediği; uzman bilirkişilerce hazırlanan rapora göre temlike konu payın satış tarihi itibariyle gerçek değerinin 145.557 YTL. olduğu anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olayda, toplanan deliller birlikte değerlendirildiğinde, özellikle tanık anlatımları ve bilirkişi saptamalarına göre, vekaletnamenin düzenlendiği tarihten 1,5 yıl gibi uzunca bir süre geçmiş olmasına karşın, vekaletnamede gösterilen bedel ile temlik edilmiş olması ve esasen gerçek değeri ile açık ve aşırı fark bulunması, vekil ile davalı alıcının, davacıyı zararlandırıcı sonuç doğuracak suretle el ve işbirliği içerisinde hareket ettiklerini göstermektedir. Vekilin asıl olan özen borcu yönünden gereğince samimi ve vefalı hareket edilmediği, bu sebebe bağlı olarak davacının hakkının muhtel olduğu kuşkusuzdur. Vekaletnamede bir bedelin yazılı olmaması durumunda da belirtilen unsurun gerçekleşeceği bir vakıa olduğuna göre, bedel yazılı olması, müvekkilin (davacının) zarara uğratılmasına gerekçe olmamalıdır. Aksi düşünce fırsattan yararlanarak zarar vermeye hukuksal görüntü verme çabası niteliğinde olup, yasaca korunması doğru görülemez.Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle reddedilmesi doğru değildir.Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26.3.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.