Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 3714 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 2306 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : KARTAL 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 23/12/2009NUMARASI : 2009/5-2009/598Taraflar arasında görülen davada; Davacı, kayden maliki olduğu 1734 ada 5 parsel sayılı taşınmazın ipotek tesisi için davalı A.C.’e verilen vekaletname ile davalı N.e satış yoluyla temlik edildiğini, devrin davalılar A.C. ve S.arasında yapılan protokol gereği muvazaalı yapılmış olduğunu, satıştan haberi bulunmadığını ileri sürüp, vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle tapu kaydının iptali adına tesciline (olmadığı taktirde belirlenecek bedelinin tahsiline) karar verilmesini istemiştir.Davalı A. C., davayı kabul ettiğini savunmuştur. Davalılar N. ve S. dava konusu taşınmazın vekalet ile satışının yapıldığını, bankadan çekilen kredinin tamamının vekile teslim edilip taşınmaz üzerine ipotek tesis edildiğini, borç bittiğinde taşınmazın iade edileceğini belirtip davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, çekişme konusu taşınmazın davalı N.e vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle temlik edildiği iddiasının ispat edilemediği gibi muvazaa iddiasının da yazılı delille kanıtlanamadığı, mevcut protokolün satıştan sonra tanzim edildiğinden lehe sonuç doğurmayacağı, davalı A.C.’in davayı kabulünün sonuca etkili olmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacılar ve davalı A.C.tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, tetkik hakimi .raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü. Davacı M., adına kayıtlı 1734 ada 5 parsel sayılı taşınmaz ile ilgili işlemler yapmak üzere eşi diğer davacı A.a 4.8.2008 tarihinde vekaletname verdiğini; onun da, 6.8.2008 günü davalılardan A. C. K.'yı yetkilendirdiğini, 20.8.2008 tarihinde davalı S.ile düzenlenen “protokol” başlıklı harici sözleşme taşınmazın N.e kredi kullanılması amacıyla temlikinin ve borç ödenince hak sahibine iade edileceğinin kararlaştırıldığını; esasen vekaletnamenin temlik amacı ile değil, ipotek tesis edilmesi için verildiğini; vekilin de 9.11.2008 günü azledildiğini ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.Mahkemece, vekaletnamede öngörülen yetki çerçevesinde hareket edildiği; olayda muvazaanın sözkonusu olmadığı ve inançlı işlem iddiasının yazılı delille kanıtlanamadığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.Oysa, dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimi itibariyle olayda muvazaada ya da inançlı işlem iddiasına değil, ipotek tesisini ve kredi alınmasını sağlamak üzere yetki verilmesine karşın taşınmazın davalı tarafa temlik edildiği diğer bir deyişle vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasına dayanıldığı açıktır. Zira davada, muvazaalı bir işlemden söz edilmemiş inançlı işlem sonucu yanlar arasında temlik yapıldığı ileri sürülmemiştir. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olayda, davacılardan M. vekili davacı A.'un tevkil yetkisine dayanarak yetkili kılınan vekil davalı A.C.sanki kendisi dava konusu taşınmazın maliki imiş gibi, diğer davalılar S.ve N.ile 20.8.2008 tarihinde temlik, teminat ve geri ödeme planını içeren protokol başlıklı bir harici belge düzenlenmiş; taşınmazı ise bundan birgün önce 19.8.2008 günü vekil sıfatıyla N. Tarlak'a 152.000 YTL bedelle temlik etmiştir. Anılan işlemde davalı S. davalı N. vekili olarak hareket etmiştir.(bulunmuştur)Mahkemece yaptırılan tespitte uzman bilirkişi raporuyla taşınmazın temlik tarihindeki değerinin 860.000.-YTL oduğu belirlenmiştir. Öte yandan 30.06.2009 günlü oturumda davalı A.C.vekili “ davayı kabul ettiğini bildirmiş, diğer davalılar da” protokolü kabul ettiklerini, protokol hükümlerine aykırı hareket etmediklerini, borç ödendiği takdirde protokol hükümlerine göre taşınmazı devir etmedikleri takdirde dava açılabileceğini, ifade etmişlerdir.Tüm açıklanan bu olgular birlikte değerlendirildiğinde, taşınmazın çok düşük bir bedel karşılığı satış işlemiyle vekil A.C.tarafından davalı N.e temlik edildiği, protokol içeriğiyle de davacının davalılar tarafından el ve işbirliği içerisinde zararlandırıldığı davacıya hiçbir bedelin ödenmediği, böylece vekalet görevinin kötüye kullanıldığı açıktır. Davalı A.C. ile diğer davalılar arasında düzenlenen protokolün taraflarını (davalı A.C.vekil sıfatıyla hareket etmemiştir) bağlayacağı davacıyı bağlamayacağı sabittir. Dolayısıyla borcun ödenip ödenmemesi davalı N.'in alacaklı olup olmaması davacıyı ilgilendirmeyecektir. Davalıların kendi aralarındaki iç ilişki ve sonuçlar, doğaldır ki keza kendilerini (davalıları) ilgilendirir.Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle reddi doğru değildir. Davacıların temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 01.4.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.