Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 3600 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 13554 - Esas Yıl 2009





MAHKEMESİ : KOCAELİ 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 20/10/2009NUMARASI : 2007/399-2009/327Taraflar arasında görülen davada; Davacı, 77 yaşında okuma ve yazma bilmediğini, davaya konu 227 ada 8 parsel sayılı taşınmaza ev inşa etmek amacıyla 2 adet taşınmazını sattığını, o tarihte işsiz olan davalı oğlunun inşaat işini yapmaya talip olduğunu, davalının 08.12.2005 tarihinde kendisini plan,proje ve ruhsat işlemleri için tapuda imza atması gerektiğini söyleyerek kandırdığını, aradan geçen iki yıl sonunda taşınmaza inşaat yaptığını ancak henüz bitmediğini, taşınmazın önündeki satılık yazısını görünce satış işlemini öğrendiğini ileri sürerek, iptal ve tescil isteminde bulunmuş, birleşen davasında da; taşınmazın İ. tarafından Asiye'ye muvazaalı olarak devredildiğinden tapu iptal ve tescil istemiştir. Davalı İ., taşınmazın bedelini davacıya ödediğini, ayrıca taşınmazı A.K.a sattığını belirterek, Davalı Asiye ise iyi niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, hile olgusunun ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 30.3.2010 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat K.N. G..geldi ve davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen vekili gelmedi,duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi S. Ö.tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının kayden maliki olduğu 227 ada 8 parsel sayılı taşınmazı 08.12.2005 tarihli akitle İ. K.a, İ.'in de, 06.11.2007 tarihinde diğer davalı A. K.a satış suretiyle devrettiği anlaşılmaktadır.Davacı, çekişme konusu taşınmazda ilk el olan oğlu İ.'in; kendisine taşınmaz üzerine yapılacak binanın plan, proje ve ruhsat işlemlerinin hazırlanmasının ve tasdik edilmesinin gerektiği, bunun da resmi daireye giderek kayıt maliki olarak kendisinin bulunması suretiyle gerçekleşebileceğini belirtmesi karşısında bu sözlere kanarak tapu dairesine gittiğini ancak, sonradan taşınmazda satış levhasını gördüğünde yaptığı araştırma sonunda kandırıldığını ve taşınmazın mülkiyetini devrettiğini öğrendiğini, böylece hileye düşürüldüğünü ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Bilindiği üzere, hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya,özellikle sözleşme yapmaya sevketmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak,veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur.B.K'nun 28/l maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz.Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.Öte yandan,hile her türlü delille isbat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir.Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluylada kullanılabilir.Somut olaya gelince; davacının yaşlı ve taşınmaz satmaya ihtiyacının olmadığı, satışın 2005 tarihinde yapıldığı halde satın alan ile hukuki bir ilişkiye girilmeksizin satışı yapılan evde ikamet ettiği, söz konusu çekişmeli taşınmaz üzerine bina yapılması için gerekli masrafları karşılamak bakımından başkaca taşınmazlarını sattığı gözetildiğinde; bir kimsenin başka taşınmazlarını satarak yapılanmak istediği taşınmazı satmasının hayatın olağan akışına uygun düştüğü söylenemez. Diğer taraftan davanın 06.11.2007 tarih ve 15.33'de açıldığı ve aynı tarih itibarıyla tedbir konularak sicil kaydına şerh verilmek üzere müzekkere yazıldığı, buna karşın davalı İsmail tarafından tedbir yazısının sicile geçmesinden hemen önce taşınmazın diğer davalı Asiye'ye satış ile devredildiği, A.'nin kızı A.'ün ise davalı İs.'in arkadaşı olan R.nin tanıdığı olduğu,esasen R.nin bu taşınmazın satışı için gerekli bilgileri A.e verdiği ve Ayşegül'ün de taşınmazı annesi olan A.'ye vekaleten satın aldığı şeklindeki tanık ifadeleri, taşınmazın gerçek değeri ile akitte gösterilen değer arasındaki aşırı fark ve diğer tüm toplanan deliller ve özellikle somut olayın gelişme tarzı gözetildiğinde davalı A.'nin TMK'nun 1024. maddesinde öngörüldüğü üzere durumu bilen ve bilmesi gerekli konumda bulunduğu ve ismail ile el ve işbirliği içerisinde olduğu, buna göre de aynı yasanın 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanmayacağı açıktır.O halde; somut bu olgu ve bulgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde satış işleminin davacının iradesinin hile ile fesada uğratılmak suretiyle gerçekleştirildiğinin kabulü gerekir. Hal böyle olunca davanın kabulüne karar verilmesi gerkirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK'nun 428 .maddesi gereğince BOZULMASINA, 24.12.2009 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 750.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 30.3.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.