ESAS NO : 2008/664 KARAR NO : 2008/3474 MAHKEMESİ : ANKARA 18. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 24/10/2007NUMARASI : 2006/519-2007/405Taraflar arasında görülen davada;Davacı, ölen eşi nedeniyle yalnızlığını paylaşmak amacıyla davalı ile gayri resmi olarak evlenmeyi konuştuklarını, adına kayıtlı 10 parsel 4 nolu bağımsız bölümün temlikini şart koşması üzerine bedelsiz olarak davalıya temlik ettiğini, ancak davalının temlikten sonra resmi nikah kıymaya yanaşmadığı gibi davalı arkadaşları tarafından telefonla tehdit edilerek evden uzaklaşmaya zorlandığını ileri sürerek tapu kaydının iptalini ve adına tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalı, iddiaların doğru olmadığını, resmi nikâha davacının çocuklarının korkusundan yanaşmadığını, taşınmaz karşılığında davacıya 20.000 YTL verdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davalı yararına bedelsiz yapıldığı anlaşılan bağıştan dönme koşulu oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davalı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hâkimi ....raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü. Davacı,niza konusu taşınmazın birlikte yaşadığı davalıya evliliği temin amacı ile bedelsiz olarak verildiğini, ancak tapuda satış gibi gösterildiğini oysa, evliliğin gerçekleşmediğini, davalı tarafından hileye düşürüldüğünü belirterek eldeki davayı açmıştır.Gerek dava dilekçesindeki açıklamalardan,gerekse dosya kapsamı ve tanık beyanlarından tapudaki işlemin satış olarak gösterilmesinde davacının hileye düşürülmediği,temlik işleminde asıl amaçlananın bağış olmasına karşın davacı tarafından satış olarak yapıldığı kayden sabit olup tartışmasızdır.Oysa, davalı tapudaki devir işleminin gerçek bir satış olduğunu savunmuş bağış iddiasını kabul etmemiştir.O halde davacının gerçek amacının bağış olduğunu ancak tapuda satış gibi gösterildiğini,evliliğin sağlanamaması durumunda taşınmazın tekrar kendisine dönmesi hususunda davalı ile anlaştıklarını ileri sürdüğüne göre ortada taraf muvazaasının bulunduğunun kabulü gerekir.Bilindiği gibi;muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazan aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki birsözleşme ile gizlemektedirler ( nisbi muvazaa) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir. Her ne kadar muvazaayı düzenleyen B.K.nun l8. maddesinde ve öteki kanun hükümlerinde muvazaalı sözleşmelerin hüküm ve sonuçları hakkında bir açıklık bulunmamakta ise de; taraflar arasında alacak ve borç ilişkisi doğurmayacağı, muvazaanın varlığının hiçbir süreye bağlı olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği, mahkemece kendiliğinden (resen) göz önünde bulundurulması gerektiği, belirli bir sürenin geçmesi, sebebin ortadan kalkması veya ilgililerin olur (icazet) vermesi ile geçerli hale gelmiyeceği, uygulamada ve bilimsel görüşlerde ortaklaşa kabul edilmektedir. Hemen belirtmek gerekirki, muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Tapuda yapılan temlik ve tesciller illi işlemler olduğundan tapunun dayanağı sözleşme geçersiz ise tapu kaydının da Medeni Kanunun 1025. maddesine göre iptali gerekir. Ayrıca muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşai) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasi) bir hüküm durumundadır. Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb'an dava açan kişi Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını isbat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288 ve 290. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 293. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille isbat edilmesi gerekir.Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle 5.2.l947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad ( namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir. Yukarıdaki ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde öncelikle muvazaanın davacı tarafından ispat edilmesi gerekmekte olup bu husus yazılı bir belge ile ispatlanamadığına göre davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgıya düşülerek davanın kabulü doğru değildir.O halde davacının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle H.U.M.K.'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,19.3.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.