Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 3473 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 20419 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : KAYSERİ 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 28/03/2013NUMARASI : 2012/641-2013/193Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde duruşma istemli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 18.02.2014 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı T.. M.. vekili Avukat F.T., müdahil davacılar Ş..K. vd.vekili Avukat E. P. geldiler davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davalı M.. İ.. vekili Avukat, davalılar M.. Ş.. vd.vekili Avukat gelmediler yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, davanın kabulüne dair verilen karar davalıların temyizi üzerine, Dairece; özetle; “ öncelikle önceki kayıt maliklerinin davada yer almasının sağlanması, davalılar adına oluşan sicilin dayanağını teşkil eden belgelerin sahteliği konusunda hükme yeterli araştırma ve inceleme yapılması,mahkemece yapılacak araştırma neticesinde gerçekten davalılar adına oluşan sicil kaydının dayanağını teşkil eden belgelerin sahte olduğunun saptanması halinde, ilk el konumunda bulunanların TMK’nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağının gözetilmesi, sicil el değiştirmiş ise sonraki ellerin koşullarının gerçekleşmesi halinde anılan maddenin koruyuculuğundan yararlanabileceklerinin değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda;davalı M.. İ.. hakkındaki davanın reddine;davalılar H.. K.. ve M.. Ş.. hakkındaki davanın kabulüne karar verilmiş,karar bir kısım davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. Hemen belirtilmelidir ki, bozmaya uyulmakla tarafları yararına usuli kazanılmış hak doğar. Öyleyse mahkemece yapılacak iş, bozmada işaret edilen ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılarak davanın sonuca bağlanmasından ibarettir.Ne var ki; mahkemece bozma kararına uyulmasına rağmen temel usül kuralı gözardı edilerek bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir.Gerçekten de;Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/265 Esas 2008/317 Karar sayılı ilamının incelenmesinde; davacıların bu davada mağdur sıfatıyla yer aldıkları, satışta kullanılan vekaletnamelerde vekil olarak adı geçen F. T.'nin sanık sıfatıyla, resmi belgede sahtecilik ve üzerine atılı diğer suçlardan yargılandığı, mahkemece karar gerekçesinde yapılan değerlendirmede dava konusu 13, 37, 62, 66 ve 67 parsel sayılı taşınmazlardaki müdahil davacılar Cemile, Mevlüde ve Raşide paylarının sanık Feridun Tanrıverdi tarafından sahte vekaletnameler kullanılarak Mahmut Temel ve eldeki davanın davalıları H.. K.. ve M.. Ş..'e tapuda satış suretiyle devredildiği, Mahmut Temel'in de davalı Mustafa İplin'e yine satış yolu ile aktarıldığı sahte vekaletnamelerin, olay tarihinde Sarıoğlan Noterliğinde katip olan sanık Hakan Kisko tarafından düzenlendiği, sanık Feridun Tanrıverdi'nin adı geçen mağdurlara yönelik her bir eyleminin ayrı bir suç oluşturduğu sonucuna varılarak ve sahtecilik iddiası sabit görülerek sanığın cezalandırılması yoluna gidildiği, mahkemece verilen bu kararın kesinleştiği, sabittir.Öyle ise; sahtecilik yoluyla taşınmaz mal iktisap eden ve ilk el konumunda bulunan kişi bakımından oluşan sicilin geçersizliği tartışmasızdır. Ondan bu taşınmazı edinen kişinin ise koşulların varlığı halinde Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesi koruyuculuğundan yararlanabileceği muhakkaktır. Bu durumda, davalı M.. İ..'in ikinci el konumunda olduğu, tapu sicilindeki kayda güvenerek iyi niyetle taşınmazı iktisap etmesi durumunda Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinde öngörülen koruyuculuktan yararlanacağı kuşkusuzdur. Ne var ki, mahkemece ikinci el konumundaki davalı Mustafa'nın iyi niyet savunmasının üzerinde durulmamıştır.Bilindiği üzere;hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988. ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih” l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Hal böyle olunca, bozma ilamında değinilen hususlar gözetilmek suretiyle,taşınmazın kısa aralıklarla el değiştirdiği de irdelenmek suretiyle yukarıda belirtilen ilke ve olgular çerçevesinde araştırma ve soruşturmanın yapılması,akit tarihindeki taşınmazların gerçek değerinin belirlenmesi,toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilerek, ikinci el konumundaki davalı Mustafa'nın iyiniyetli olup olmadığının açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bozma gerekleri yerine getirilmeksizin yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Bir kısım davacıların bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz edenler vekili için 1.100.'er-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenlerden alınmasına, 18.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.