Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 3472 - Karar Yıl 2008 / Esas No : 1997 - Esas Yıl 2008





MAHKEMESİ : PAMUKOVA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 25/12/2006NUMARASI : 2005/289-2006/292Taraflar arasında görülen davada; Davacı; özetle, G...İlçesi C..K..1/1277 parsel sayılı taşınmazın tapulama çalışmaları sırasında 1277 parsel olarak maliye hazinesi adına tespit gördüğünü, davalı Ş...A...un komisyon nezdinde itirazı üzerine 1277 parselin bir kısmının 1/1277 parsel numarası altında davalı adına tespit edildiğini, taşınmazın Sakarya Nehrinin terki olması nedeniyle mülkiyetinin maliye hazinesine ait olup ,komisyon kararının hatalı olduğunu ileri sürerek, itiraz üzerine davalı adına yapılan tespitin iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalıya ilanen tebligat yapılmış olup, herhangi bir savunması bulunmamaktadır. Mahkemece, çekişmeli taşınmazın nehir yatağı ve etki alanı dışında olduğu, davalının tespit tarihi itibariyle 20 yıldan fazla zilyet olduğu kanıtlandığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ...... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir. Getirtilen tespit tutanakları ve komisyon kararından, 1970 yılındaki kadastro çalışmasında 1276 ve 1277 sayılı ana kadastral parsellerin Sakarya Nehri metrukatı olarak "ham toprak" vasfıyla Hazine adına tespit edildikleri; sonrasında zilyetliğe, vergi ve tapu kayıtlarına dayanılarak Kadastro Komisyonu'na yapılan itirazların Komisyonca kabul gördüğü ve ana taşınmazlardan ayrılan birçok parselin muterizler adına tespit ve tescillerine karar verildiği anlaşılmaktadır. Davacı Hazine, taşınmazların Sakarya Nehri'nin terkiyle meydana geldiklerini, özel mülkiyete tabi bulunmadıklarını ileri sürerek, uyuşmazlığı mahkeme önüne getirmiştir.Gerçekten de, çekişmeli taşınmazın Sakarya Nehri'nin yatak değiştirmesi ve taşıdığı alüvyonların birikip çökelmesi sonucunda oluştuğu uzman bilirkişi raporlarıyla sabittir. Bilindiği üzere, bu şekilde oluşan taşınmazlar hakkında düzenlenen mülga 743 Sayılı Türk Medeni Kanununun 636. maddesi "sahipsiz yerlerde birikmek, dolmak ve kaymak veya umuma ait suların mecra veya seviyeleri değişrnek gibi bir suretle teşekkül edip kendisinden istifade mümkün olan arazi Devletin mülkü olur. Bu suretle kendisine ait bir gayrimenkulden ayrılan parçaların vücudunu ispat eden kimse onları istirdat edebilir." ve yürürlükteki 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 708. maddesi "birikme, dolma, toprak kayması veya kamuya ait suların yatağında ya da seviyesinde değişme gibi sebeplerle sahipsiz yerlerde yeniden oluşan yararlanmaya elverişli arazi Devlete ait olur. Devlet, bu araziyi kamusal bir sakınca bulunmadığı takdirde öncelikle arazisi kayba uğrayana veya bitişik arazi malikine devredebilir. Toprak parçalarının kendi arazisinden koptuğunu ispat eden malik, bunları, durumu öğrendiği tarihten başlayarak bir ve her halde oluşumun gerçekleştiği tarihten başlayarak on yıl içinde geri alabilir." hükümlerini içermektedir. Bu hükümler, taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasıyla ilgili gerek Türk Medeni Kanunu'ndaki gerekse 3402 Sayılı Kadastro Kanunu'ndaki hükümlerle beraber dikkate alındığında, çekişmeye konu taşınmazların, yasal sınırlamalar dışında kalması ve koşulların gerçekleşmesi halinde kişiler tarafından mülk edinilebileceğini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede yapılan araştırmada, taşınmazların ziraata elverişli özellik taşıdıkları ve Nehrin kıyı-kenar çizgisi kapsamında da bulunmadıkları keşfen saptanmıştır. Ne var ki, toplanan delillere ve uygulamaya göre, davalıların dayandığı tapu kayıtlarının taşınmazlara ait olduğu kanıtlanamadığı gibi, imar-ihya ve zamanaşımı zilyetliği ile kazanım koşullarının gerçekleştiğini söyleyebilme olanağı da yoktur. Nitekim, 1958 tarihli memleket haritasında görüldüğü ve fen bilirkişilerin raporunda da belirtildiği üzere, "kapama" diye tabir edilen ve 1954 yılında çekilen set ile Nehrin akış yönünün değiştirildiği ancak, Nehrin çekildiği alanların haritada noktalı işaretlerle gösterildiği ve o tarih itibariyle imar-ihyanın henüz tamamlanmadığı açıktır. Öte yandan, (2006 yılında gidilen) keşif sırasındaki incelemesinde ziraat bilirkişisi de, taşınmazların 20-25 yıldır tarım arazisi vasfında kullanıldığını bildirmiştir. Her ne kadar yerel bilirkişi, zilyetlik bakımından 60 yılın üzerinde bir süreden bahsetmişse de, bilimsel verilerden faydalanılarak hazırlanan bilirkişi raporları ve memleket haritası karşısında yerel bilirkişinin soyut içerikli beyanına değer verilebilmesi mümkün değildir. Yukarıda açıklanan olgular tüm dosya içeriği ile birlikte değerlendirildiğinde, kadastro tespit tarihine kadar davalılar lehine 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolmadığı sonucuna varılmaktadır. Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, zilyetlikle mülk edinme koşullarının gerçekleştiğinden bahisle reddedilmesi isabetsizdir. Hazinenin temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 19.03.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.