MAHKEMESİ : DÜZCE 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 29/03/2012NUMARASI : 2010/293-2012/117Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil-alacak davası sonunda, yerel mahkemece tapu iptali ve tescil davasının reddine, davalı Z.aleyhine açılan alacak davasının ise kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; Davacı, hile ile alınan vekaletname kullanılarak maliki olduğu taşınmazdaki payının davalı kardeşi olan vekil tarafından, vekilin oğlu olan diğer davalıya devrinin sağlandığını ileri sürerek tapu iptal ve tescil,olmazsa alacak isteminde bulunmuştur.Davalılar, açılan davanın haksız ve yersiz olduğunu, taşınmazın 800.-TL bedel ile satıldığını, bu bedelin davacıya ödendiğini savunmuşlardır.Mahkemece, tapu iptali tescil isteğinin reddine; vekil olan davalı Z.Ç. aleyhine açılan alacak davasının kısmen kabulüne karar verilmiştir. Vekaletnamenin hile ile alındığı iddiasının vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da içerdiği açıktır. Ne var ki; mahkemece hükme yeterli araştırma yapıldığını söyleme imkanı yoktur.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vetalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde " vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapılabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanununun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanununun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur.Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.Somut olaya gelince;davacının 160 parsel sayılı taşınmazda paydaş olduğu;28.04.2009 tarihinde kardeşi olan davalı Z. Ç.'a dava konusu taşınmazın satışı konusunda vekaletname verdiği ve anılan davalının belirtilen vekaletnameyi kullanmak suretiyle davacıya ait payı 05.05.2009 tarihinde oğlu olan diğer davalıya satış sureti ile devrettiği davacının bildirdiği ve yargılama sırasında dinlenen tanığın beyanında geçen taşınmazın bedeli ile akitte yazılan bedel arasında aşırı fark olduğu da anlaşılmaktadır.Ayrıca davalı da akitte gösterilen bedel dışında başka bedel ödediğini de savunmuş değildir.Ayrıca satışın davacının iradesine uygun olmaması durumunda da satış bedelinin davacıya ödenmediği de sabittir. Bu durumda payın saptanan bedelinin hüküm altına alınması gerekeceğinde de kuşku yoktur. Hal böyle olunca; yukarıdaki ilkeler uyarınca inceleme yapılması, vekaletin davacıdan hile ile alınıp alınmadığının açıklığa kavuşturulması, yerinde keşif yapılarak çekişmeli taşınmazların akit tarihdeki değerlerinin belirlenmesi, tanıklar da yeniden dinlenerek davalının savunması üzerinde durulması ve varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve araştırma ile hüküm tesisi doğru değildir.Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü(6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 07.03.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.