Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 3325 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 18417 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : İSTANBUL 15. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 13/02/2013NUMARASI : 2008/214-2013/98Taraflar arasındaki davadan dolayı İstanbul 15. Asliye Hukuk Hakimliğinden verilen 13.02.2013 gün ve 2008/214 Esas - 2013/98 Karar sayılı hükmün onanmasına ilişkin olan 25.06.2014 gün ve 21817-12422 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davacı vekili tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:-KARAR-Dava, tapu iptal tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkin olup, mahkemece 13.02.2013 tarihli ve 2008/214 Esas, 2013/98 sayılı kararla, davalı şirketin iyiniyeti ve tapuya güveni esas alınarak yasal koşulları oluşmadığı gerekçesiyle tapu iptal tescil isteğinin reddine, tazminat isteğinin kısmen kabulü ile 29.820.TL tazminatın davalılardan A.. K..’dan tahsiline ilişkin kararın, Dairenin 25.06.2014 tarihli ve 2013/21817 Esas, 2014/12422 sayılı kararı ile; davacı ve davalı Ali’nin temyiz itirazlarının reddiyle onanmasına karar verildiği, bu karara karşı davacı Vakıflar İdaresi tarafından karar düzeltme talebinde bulunulduğu anlaşılmaktadır.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; İstanbul 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.08.1996 tarihli ve 1996/450 Esas, 1996/465 sayılı kararı ile, .. Vakfı’nın tesciline, çekişme konusu 23 parsel sayılı taşınmazdaki A.. K..’ya ait 1/2 payın (5 numaralı bağımsız bölümdeki 1/2 payın çıplak mülkiyeti) vakıf adına tesciline karar verildiği, daha sonra Fatih 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.03.2006 tarihli ve 2003/26 Esas, 2006/59 sayılı kararı ile vakfın sona erdiğinin tespitine ve vakıf sicilinden silinmesine karar verildiği ve bu kararın 07.07.2006 tarihinde kesinleştiği, vakıf malvarlığı tapuda tescil edilmediğinden mal varlığı ile ilgili bir karar verilmediği, davalı A.. K..’nın taşınmazdaki maliki olduğu 1/2 payın çıplak mülkiyetini 20.07.2007 tarihli resmi akit ile davalı şirkete 3.000.TL bedelle satış suretiyle temlik ettiği, anılan resmi akitte davalı A.. K..’yı H.. K.., davalı şirketi K.. K.. adlı kişilerin temsil ettikleri, davalı şirketin eski ortakları arasında S.. K.. isimli kişinin yer aldığı, davalı A.. K..’nın davacı Vakıflar İdaresine hitaben verdiği 21.05.2008 tarihli dilekçesi ile “… taşınmazı vakıf adına tescil edilmediğinden hakkında ihtiyati tedbir kararından dolayı ve gayrimenkulün satılmaması için şirket adına tescil ettirdik. Fakat bu taşınmazın üzerinde takyidatlardan dolayı Vakıflar Genel Müdürlüğü adına devir ve tescil işlemi sözkonusu olmamasından dolayı söz konusu taşınmazın rayiç bedeli üzerinden Vakıflar Genel Müdürlüğüne devretmeye hazır olduğumu bildirir kabul ve taahhüt ederim.” ibarelerini içeren dilekçe verdiği, davacı Vakıflar idaresinin; vakfın kuruluş malvarlığı olan çekişmeli taşınmazdaki payın, Türk Medeni Kanunun 54. maddesi uyarınca vakıf tüzel kişiliği sona erdiğinden vakıfla aynı amacı güden bir vakfa veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tescili, olmadığı takdirde tazminat isteğiyle eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 Esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.Somut olaya gelince; mahkemece tapu iptal ve tescil talebinin reddine karar verilmiş ise de, davalı şirketin iktisabının iyiniyetli olup olmadığı konusunda yapılan araştırma ve incelemenin hüküm vermeye elverişli olmadığı anlaşılmaktadır.Hâl böyle olunca, çekişme konusu taşınmazın davalı A.. K.. tarafından davalı şirkete temlikine dayanak resmi akitte vekil olarak yer alan kişilerin aynı soyadını taşıyor olmaları, şirket eski ortakları arasında davalı A.. K.. ile aynı soyadı taşıyan S.. K..’nın yer alıyor olması, davalı A.. K.. tarafından davacı idareye verilen 21.05.2008 tarihli dilekçedeki ifadeler nazara alınarak ve sözleşmede vekil olarak yer alanlar arasında ve şirket eski ortağı ile davalı A.. K.. arasında akrabalık bağı bulunup bulunmadığının saptanması ve delillerin yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirilerek davalı şirketin iktisabının iyiniyetli olup olmadığının, Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağının açıklığa kavuşturularak sonucana göre karar verilmesi gerekirken anılan hususların gözardı edilmiş olması doğru değildir.Anılan bu hususlar, davacı vekilinin karar düzeltme isteği üzerine yapılan inceleme ile saptandığından, davacı vekilinin karar düzeltme isteğinin (6100 sayılı HMK’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla) 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesine uyarınca KABULÜNE, Daire’nin 25.06.2014 tarihli ve 2013/21817 Esas, 2014/12422 sayılı onama kararının Ortadan Kaldırılmasına, yerel mahkemenin 13.02.2013 tarihli ve 2008/214 Esas, 2013/98 sayılı kararının açıklanan nedenlerden dolayı (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.