Anasayfa /
İçtihat /
Yargıtay Karar No : 3210 - Karar Yıl 2009 / Esas No : 2198 - Esas Yıl 2009
MAHKEMESİ: ANKARA 26. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 23/12/2008NUMARASI: 2007/431-2008/500Taraflar arasında görülen davada;Davacı,kayden maliki bulunduğu 1 ve 9 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarının hile ile alınan vekaletname kullanılarak oğlu K.M. tarafından eşi davalıya temlik edildiğini ileri sürüp vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle tapu kayıtlarının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalı,davanın zaman aşımı süresi içinde açılmadığını,dava konusu taşınmaz paylarını bedelini ödeyerek satın aldığını belirtip davanın reddini savunmuştur. Mahkemece,davacının çekişme konusu taşınmaz paylarını mallarını taksim etmek amacıyla davalıya temlik ettiği,hata ve hilenin söz konusu olmadığı,süresinde dava açmayan davacının akde icazet verdiğinin kabulü gerektiği,satış bedelinin düşük olmasının sonuca etkili olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar,davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, tetkik hakimi ... raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-Dava,vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece,davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden,toplanan delillerden;davacının 11.07.2000 tarihinde çekişmeli 9 parsel sayılı taşınmazın satış yetkisini içerir vekaletnameyi oğlu M.B..’na verdiği,vekil M..’un anılan vekaletname ile 9 parsel sayılı taşınmazın 700/3171 payını ve 1 parsel sayılı taşınmazın 73/3426 payını eşi davalı A..’ye satış yoluyla temlik ettiği anlaşılmaktadır.Davacı,anılan temliklerin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.O halde,taraflar arasındaki çekişmenin giderilmesi bakımından Borçlar Yasasının 386 ve devamı maddelerinde öngörülen vekalet görevinin kötüye kullanılması olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması zorunludur.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davacının vermiş olduğu 11.7.2000 tarihli vekaletnamede çekişme konusu taşınmazlardan sadece 1904 ada 9 parsel yönünden satış yetkisinin verildiği, 32315 ada 1 parsel yönünden vekille verilmiş bir satış yetkisinin bulunmadığı görülmektedir.Buna göre, satış yetkisi verilmeyen taşınmazın davalıya intikalinin yasal bir dayanağının bulunduğu söylenemez.Bir başka ifadeyle, 1 parsel sayılı taşınmaz bakımından davalı adına oluşturulan sicil kaydının Türk Medeni Yasasının 1025.maddesinde öngörülen yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu ve illetten mücerret olduğu ve iptalinin gerekeceği tartışmasızdır.Öte yandan; vekil davacının oğlu olup, davalı ise vekilin eşidir.Vekil M..'un çekişme konusu 9 parsel sayılı taşınmazı tespit edilen gerçek bedelinden çok düşük bir bedelle davalıya devrettiği, kaldı ki, davalının ev hanımı olup muntazam bir gelirinin olmadığı ve taşınmazın satış bedelinin de ödendiğinin kanıtlanamadığı tüm dosya kapsamlı ile sabittir.O halde, belirlenen bu olgular, yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde temlikin vekalet görevi kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiğinin kabulü zorunludur.Hal böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile ve somut olaya uygun düşmeyen gerekçelerle yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.3.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.