Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 3120 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 14491 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : EMET ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 12/07/2012NUMARASI : 2009/147-2012/139Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; miras bırakan A.B.'in 17.08.2009 tarihinde öldügü, geride mirasçı olarak dava dışı olan eşi N. ile, davacılar H., R. ve F. ile birlikte davalılar M. ve A.'ın kaldığı,miras bırakanın malik olduğu 41 ada, 5 ve 6 parsel ile 4170 parsel sayılı taşınmazları 17.10.1994 tarihinde ölünceye kadar bakma akti ile oğulları olan davalılara temlik ettiği anlaşılmaktadır.Eldeki davada mirasçılar dava konusu taşınmazların terekeye iadesi istekli olarak davayı açmışlardır.Tarafların annesi ve mirasçı olan N.. davada yer almadığı için de terekeye mümessil tayin edilmiştir.Bilindiği üzere terekeye mümessil tayin edilmekle mirasçıların davayı takip yetkileri sona erer. Ne var ki, somut olayda tarafların annesinin yargılama sırasında ölümü üzerine mirasçılar olarak davanın taraflarının kaldığı ve artık davanın tereke mümessili ile sürdürülmesi gereğinin ortadan kalktığı anlaşılmaktadır.Bu nedenlerle davacıların temyiz taleplerine itibar edilerek dosyanın incelenmesi yapılmıştır.Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar HUMK’nun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.Öte yandan, miras bırakanın ehliyetsizliği ileri sürüldüğü gibi,yargılama sırasında davalı Abdullah için vasi tayin edilmiş, vasi tayinine esas alınan raporda zeka seviyesinin 40-45 arasında olduğu bildirilmiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 287. maddesinde '' fiil ehliyeti bulunmayan kişi ayırt etme gücüne sahipse, bağışlamayı kabul edilebilir. Ancak bağışlananın yasal temsilcisi bu kişinin bağışlamayı kabulünü yasaklar veya bağışlanılan şeyin geri verilmesini emrederse, bağışlama ortadan kalkar.'' şeklindeki düzenleme uyarınca, Türk Borçlar Kanununun 611. maddesinde düzenlenen ölünceye kadar bakma akitleri karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akit olup, akti kabul eden ehliyetli değilse, başka bir deyişle bakım borcu altına giren davalı Abdullah'ın ehliyeti yok ise, bu aktin geçersiz olacağıda açıktır.Hal böyle olunca; miras bırakan bakımından, miras bırakanın sağlığı ile ilgili tüm belge, rapor, hasta müşahade evraklarının temin edilip Adli Tıp Kurumundan ehliyet konusunda rapor alınması, ehliyetli ise muris muvazaası yönünden inceleme yapılması, ehliyetsiz ise davanın kabul edilmesi; davalı Abdullah bakımından ise aktin yapıldığı tarih itibarıyla yine Adli Tıp Kurumundan rapor alınması, hukuki ehliyete haiz olmadığının anlaşılması halinde Abdullah'a yapılan temlikler bakımından iptal kararı verilmesi, ehliyetli ise toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilip sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.03.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.