Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 2998 - Karar Yıl 2009 / Esas No : 12543 - Esas Yıl 2008





MAHKEMESİ : KANDIRA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 31/07/2008NUMARASI : 2005/108-2008/393Taraflar arasında görülen davada; Davacı, çekişme konusu 15 parça taşınmazın maliki olduğunu , davalı oğlu G.'nin telkinleriyle hileye düşülmek suretiyle davalı oğlu C.'ı vekil tayin ettiğini, vekilin de vekalet görevini kötüye kullanarak çekişmeli taşınmazları G.'ye satış suretiyle temlik ettiğini ileri sürerek tapu iptal tescil istemiş, ölümü üzerine mirasçıları davayı takip etmişlerdir. Davalı, C., duruşmalara gelmemiş, bir cevap vermemiş, diğer davalı davacının taşınmazlarını çocuklarına paylaştırdığını, bildirip davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacılardan M.G. tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 10.3.2009 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat Ş. C. ile temyiz edilen G. G. vekili Avukat M.S.G.. geldiler davetiye tebliğe rağmen diğer temyiz edilen gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR-Dava, vekaletin hile ile alındığı ve muvazaalı olarak temliklerin gerçekleştirildiği iddiasına dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; yargılama sırasında ölen davacı G.G..'in vekil tayin ettiği C. U..'nun davacıya ait olmayan 2978 parsel sayılı taşınmaz dışındaki davacıya ait 14 parseli, davalı G..'ye satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır. Davacı, vekaletin hile ile alındığını ve kötüye kulanılmak suretiyle temliklerin gerçekleştirildiğini ileri sürerek, eldeki davayı açmış olup, yapılan yargılama sonunda vekaletin hile ile alındığı iddiasının kanıtlanamadığı yönündeki mahkemenin değerlendirmesi ve kabulünde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.Ancak, vekaletin hile ile alındığı iddiasının, aynı zamanda vekalet görevinin kötüye kulanıldığı iddiasını da kapsadığı açıktır. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davalı kendisine karşı açılan davada, davacı G.'nin malik olduğu taşınmazları kendisi ile kardeşi olan ve davacının ölümüyle davaya iştirak eden M.. arasında paylaştırma gayesiyle temliklerin yapıldığını savunmuştur.Bu savunmaya göre, davalının taşınmazları edinirken bir bedel ödemediği açıktır.Esasen davalının da kabulündedir.Diğer yandan miras bırakanın başkaca mirasçılarının olduğu gözetildiğinde; diğer mirasçıları dışlamak suretiyle, davacının kendilerine paylaştırma gayesi ile hareket ettiği şeklindeki savunmaya itibar edilmesine olanak yoktur.Kaldıki, bu savunma ispat edilmiş de değildir.Öyse ise, anılan bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde, yapılan temliklerin vekalet görevinin kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiğinin kabulü gerekir.Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir...Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK.428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 19.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 625.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.3.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.