Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 2936 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 16523 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : KIRIKKALE 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 21/02/2012NUMARASI : 2010/261-2012/58Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar asıl davanın davalısı A.vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Asıl ve birleşen dava, tapu iptal tescil isteklerine ilişkindir. Mahkemece, 3 numaralı bağımsız bölümün davacılar adına tesciline, bu bağımsız bölüm üzerindeki ipotek kaldırılıncaya kadar 2 numaralı bağımsız bölümün tapusunun davacılar üzerinde bırakılmasına karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 3 numaralı bağımsız bölümün davalı A.adına kayıtlı olduğu, davacılar adına 1/2 paylarla kayıtlı olan 2 numaralı bağımsız bölümün 06.01.2009 tarihli resmi akit ile birleşen davanın davalısı E. tarafından davacılara satış suretiyle temlik edildiği, davacıların asıl davada; kendileri adına 3 numaralı bağımsız bölümün tescil edilmesi gerektiği halde yanlışlıkla 2 numaralı bağımsız bölümün tescil edildiğini ileri sürerek, davalı A. adına kayıtlı 3 numaralı bağımsız bölümün tapusunun iptali ile adlarını tescilini talep ettikleri, birleşen davada ise davalı E.’dan tapuda satış suretiyle temlik aldıkları 2 numaralı bağımsız bölümün asıl davada tescil kararı verildiği takdirde davalı E.adına tesciline karar verilmesini istedikleri anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, 818 Sayılı Borçlar Kanununda esaslı hatanın tanımı yapılmamış, anılan yasanın 24. maddesinde (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 31. maddesi) sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi,girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (Subjektif unsur), hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf,isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yeter ki hatanın ileri sürülmesi 818 Sayılı Borçlar Kanununun 25. (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu 34. maddesi) ve Türk Medeni Kanununun 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Ne var ki, 818 Sayılı Borçlar Kanununun 26. maddesinde (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 35.maddesi) öngörüldüğü gibi hatayı bilmeyen veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müspet zararının ödenmesi gerekir. Öte yandan, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def'i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille ispat edilebilir. Somut olaya gelince, davacıların tapusunun iptalini istedikleri 3 numaralı bağımsız bölümün, asıl davanın davalısı A. adına kayıtlı olduğu, 2 numaralı bağımsız bölümü ise davacıların, birleşen davanın davalısı E.dan satın aldıkları kayden sabittir. Davacılar hata iddiasını ancak âkidlerine karşı ileri sürebileceklerine göre, asıl davanın davalısı A. adına olan tapunun iptalini isteyemeyecekleri, ancak iddialarını birleşen davanın davalısına karşı ileri sürebilecekleri ve bu durumda da verdikleri şeyin iadesini talep edebilecekleri kuşkusuzdur. Hal böyle olunca, asıl davanın reddine, birleşen dava bakımından da yukarıdaki ilkeler doğrultusunda değerlendirme yapılarak hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, anılan hususlar gözardı edilerek sonuca gidilmesi doğru değildir. Davalılardan A.’in temyiz itirazının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.02.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.