MAHKEMESİ : BEYKOZ 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 22/06/2011NUMARASI : 2010/36-2011/174Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi .. raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, gaiplik ile tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Bilindiği üzere; tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, 1086 sayılı HUMK'nın 388, (6100 sayılı HMK'nın 298.) maddesi uyarınca kararı gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu 1086 sayılı HUMK'nın 389., yine (6100 sayılı HMK.'nın 298.) maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır.Ne var ki, uygulamada 1086 sayılı HUMK'nın 381.maddesinin son fıkrasının (6100 sayılı HMK.'nın 294).maddesinin getirdiği ayrıcalığa dayanılarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yaz??lan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın l4l. maddesi ile HUMK.nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz. Somut olayda, kısa kararda, “davacının davasının kabulüne” denildiği halde, gerekçeli kararda tapu iptali ve tescile karar verilmesi ile yetinilip, gaipliğe yönelik istek bakımından bir hüküm tesis edilmeyerek kısa karara çelişkili olarak gerekçeli karar yazılması doğru değildir. Kabule göre de, bilindiği üzere, 5737 sayılı yasanın 17. maddesi hükmü uyarınca, mutasarrıfların gaip olduklarının kanıtlanması durumunda taşınmazın aslına (vakfına) döneceği açıktır. Ne var ki, dava konusu taşınmazların kayıt maliklerinin gaip olup olmadıkları yönünden mahkemece bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı bulunmadığı gibi, Türk Medeni Kanununun 588. maddesi gereğince, gaipler hakkında en az iki kez usulüne uygun ilan yapılmadan karar verilmiş olması da doğru değildir.Diğer taraftan; çekişme konusu 26 ve 28 parseller bakımından daha önce hazine tarafından iptal ve tescil istekli olarak dava açıldığı, anılan davanın Beykoz 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.05.2006 tarih, 2005/137 esas, 2006/121 karar sayılı kararı ile kabulle sonuçlanarak, kararın 13.09.2006 tarihinde kesinleştiği, böylece 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 705. maddesi hükmü uyarınca tescilden önce taşınmazların m??lkiyetinin hazineye geçtiği, ancak, kararın infaz edilerek hazine adına bir sicil kaydının oluşturulmadığı dosya kapsamı ile sabit olup, davacı Vakıflar idaresinin söz konusu 26 ve 28 parsel sayılı taşınmazlar yönünden de iptal ve tescil isteğinde bulunduğuna göre, dava hazinenin hukuki durumunu da etkileyeceğinden hazinenin davada yer alması gerektiği halde bu husus dikkate alınmadan yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.Hal böyle olunca; 10.04.1992 gün, 1992/7 esas, 1992/4 karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararı çerçevesinde, yukarıda açıklanan eksiklikler de tamamlanıp gözetilerek bir karar verilmek üzere hükmün (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesi aracılığıyla) 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 17.01.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.