Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 2627 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 9140 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 14. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 16/02/2012NUMARASI : 2010/814-2012/45Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece asıl davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına birleşen davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar ve davalı A. C.tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 26.02.2013 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edenler vekili Avukat İ. A.,davalı asil A. C. K. ile temyiz edilen davalılar H. E. vd. vekili Avukat E. H.Ş.davalılar N. T. vd. vekili Avukat E. T.geldiler,. duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine, birleşen dava ise, muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece, hükmüne uyulan bozma ilamı sonrasında asıl davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacı M.’nın adına kayıtlı 1734 ada 5 parsel sayılı taşınmaz ile ilgili işlemler yapmak üzere eşi diğer davacı A.'a 4.8.2008 tarihinde vekaletname verdiği; onun da, 6.8.2008 günü davalılardan A.C. K.'yı yetkilendirdiği, vekil A.C.’in çekişme konusu 1734 ada 5 parsel sayılı taşınmazı 19.08.2008 tarihli akitle davalı N.’e satış suretiyle temlik ettiği, daha sonra 20.8.2008 tarihinde davalılar S. ile A. C. K.arasında düzenlenen “protokol” başlıklı harici sözleşme ile, anılan taşınmazın davalı Nurten'e kredi kullanılması amacıyla temlikinin ve borç ödenince hak sahibine iade edileceğinin kararlaştırıldığı; esasen vekaletnamenin temlik amacı ile değil, ipotek tesis edilmesi için verildiği; vekilin de 9.11.2008 günü azledildiği ileri sürülerek iptal ve tescil istekli asıl davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairemizce, “somut olayda, davacılardan M. vekili davacı A.'un tevkil yetkisine dayanarak yetkili kılınan vekil davalı A. C. sanki kendisi dava konusu taşınmazın maliki imiş gibi, diğer davalılar S. ve N. ile 20.8.2008 tarihinde temlik, teminat ve geri ödeme planını içeren protokol başlıklı bir harici belge düzenlemiş; taşınmazı ise bundan bir gün önce 19.8.2008 günü vekil sıfatıyla N. Torlak'a 152.000 YTL bedelle temlik etmiştir. Anılan işlemde davalı S. davalı N.vekili olarak hareket etmiştir.(bulunmuştur). Mahkemece yaptırılan tespitte uzman bilirkişi raporuyla taşınmazın temlik tarihindeki değerinin 860.000.-YTL olduğu belirlenmiştir. Öte yandan, 30.06.2009 günlü oturumda, davalı A. Cevdet vekili “ davayı kabul ettiğini bildirmiş, diğer davalılar da” protokolü kabul ettiklerini, protokol hükümlerine aykırı hareket etmediklerini, borç ödendiği takdirde protokol hükümlerine göre taşınmazı devir etmedikleri takdirde dava açılabileceğini, ifade etmişlerdir. Tüm açıklanan bu olgular birlikte değerlendirildiğinde, taşınmazın çok düşük bir bedel karşılığı satış işlemiyle vekil A. C.tarafından davalı N.'e temlik edildiği, protokol içeriğiyle de davacının davalılar tarafından el ve işbirliği içerisinde zararlandırıldığı, davacıya hiçbir bedelin ödenmediği, böylece vekalet görevinin kötüye kullanıldığı açıktır. Davalı A. C.ile diğer davalılar arasında düzenlenen protokolün taraflarını (davalı A.C. vekil sıfatıyla hareket etmemiştir) bağlayacağı, davacıyı ise bağlamayacağı sabittir. Dolayısıyla borcun ödenip ödenmemesi, davalı N.'in alacaklı olup olmaması davacıyı ilgilendirmeyecektir. Davalıların kendi aralarındaki iç ilişki ve sonuçlar, doğaldır ki keza kendilerini (davalıları) ilgilendirir. Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi” gereğine değinilerek bozulmuş, mahkemece, bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir.Ne var ki, dosya temyiz aşamasında iken, çekişme konusu 1734 ada 5 parsel sayılı taşınmaz davalı N. T.adına vekili E. T. tarafından 09.03.2010 tarihli akitle satış suretiyle ½’ şer paylı olarak H.E. ve E.E.’na satış suretiyle ipotekle yükümlü olarak temlik edilmiş olduğu, yeni maliklerin, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 186. (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 125. ) maddesi hükmü uyarınca, davada yer aldıkları görülmektedir.Öte yandan, 22.03.2010 tarihinde, asıl davada davalı olan A. C. K.’nın davalılar N.T. H. E. ve E.E.’na yönelttiği birleşen davasında, 1734 ada 5 parsel sayılı taşınmazın davalılar arasında 09.03.2010 tarihinde yapılan devir işleminin muvazaalı olduğu iddia edilerek tapu kaydının iptali ile sicilin düzeltilmesini ve gerçek malik M. Ö. adına tesciline karar verilmesi istenmiştir. Birleşen davanın davacısı A.C. birleşen davayı açmadan önce, 25.02.2010 tarihinde Şişli 2. Asliye Hukuk Mahkemesinden 1734 ada 5 parsel sayılı taşınmazın ödünç sözleşmesi ile aldığı paranın teminatı olarak tapu kaydının davalı N.’e intikal ettirildiği, borcunu taksitler halinde ödemesine rağmen davalının taşınmazın satışı yönünde faaliyette bulunduğu, satış için ilan verdiğinden üçüncü kişilere satışının ve devrin önlenmesi bakımından ihtiyadi tedbir talebinde bulunduğu, mahkemenin 26.02.2010 tarihli, 2010/43 D. İş Esas, 2010/42 Karar ile taşınmazın tapu kaydına HUMK.nun 104. ve müteakip maddeleri uyarınca ihtiyati tedbir konulmasına karar verildiği, itiraz üzerine aynı mahkemenin 08.03.2010 tarihli kararı ile ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasına hükmedildiği, aynı gün mahkemece, Maltepe Tapu Sicil Müdürlüğüne tedbirin kaldırılması yönünde müzekkere yazıldığı, Av. E.T.tarafından müzekkerenin elden takipli olduğuna dair not düşüldüğü, 09.03.2010 tarihinde ihtiyati tedbirin terkini işlemi yapıldığı görülmektedir.Dosya kapsamı ile, birleşen davanın davacısı A. C.in dava konusu ettiği taşınmazda mülkiyet hakkı bulunmayıp, iptal ve tescil isteme hakkı olmadığı açıktır. O halde, birleşen davanın reddine karar verilmiş olması doğrudur. Davacı A. C.’in öteki temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine. Asıl davaya gelince, yukarıda açıklandığı şekilde bozma nedenine göre, davalı N. bakımından davanın kabulü gerekeceği usuli kazanılmış hakkın bir gereğidir. Ancak, çekişme konusu taşınmazın son kayıt malikleri olan H. E. ve E. E.’nun yolsuz tescile konu olduğunu bilmeden taşınmazı iyi niyetle satın aldıklarının anlaşılması halinde bu edinimlerinin korunacağı da kuşkusuzdur. Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı" ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olayda, dava konusu taşınmazın üzerinde 26.02.2010 tarihinde tesis edilen ihtiyati tedbirin davalı N.’in talebi üzerine 08.03.2010 tarihinde aynı mahkemenin kararı ile kaldırılmasına karar verildiği, 09.03.2010 tarihinde ihtiyati tedbirin tapu kaydından saat 09.17 de terkin edildiği, satıştan önce, satıcı ve alıcının taşınmazın sicil kaydında tedbiri bildikleri ve tedbiri gören alıcı adaylarının tedbirin mahiyeti ve nedenini öğrenmemelerinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, dava konusu taşınmazın aynı gün saat 11.54’te vekil eliyle dahili davalılar H.E. ve E. E.’na satış suretiyle temlik edildiği, ayrıca, davalı N.’in anılan temlikten kısa bir süre önce 01.03.2010 tarihinde, 5 ayrı kişiye satım yetkisini içeren vekaletname verdiği, vekil kılınan kişilerden birinin kayıt maliki dahili davalıların yakın akrabası ve şirket ortakları olan H. E. olduğu da görülmektedir. Belirlenen bu olgular, yukarıda değinilen ilkelerle birlikte gözetildiğinde, dahili davalıların edinimlerinin iyi niyetli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.Hal böyle olunca; asıl davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, usulü kazanılmış hak da gözetilmeden yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Asıl davanın davacıları ile davalı A. C.’in (birleşen davanın davacısının) bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz edenler vekili için 990.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenlerden alınmasına, 26.02.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.