Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 2627 - Karar Yıl 2011 / Esas No : 12298 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : İZMİR 10. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 28/06/2010NUMARASI : 2005/369-2010/226Taraflar arasında görülen davada; Davacı, ortak miras bırakanları E.dan kalan menkul ve gayrimenkullerin intikallerinin yapılması için yurtdışında yaşadığından üvey annesi M.'ya vekalet verdiğini, onunda vekalet görevini kötüye kullanarak miras bırakana ait 12 ayrı taşınmazdaki paylarını davalı kızlarına ve kendi adına tescil ettirdiğini, mevduatların bankadan çekilerek, payının ödenmediği adına 71 parsel ile Volvo marka aracın devredildiğini, asıl amacın kendisini zarara uğratmak olduğunu, temlik iradesi bulunmadığını ileri sürerek, tapu iptal-tescil ve bedel isteğinde bulunmuştur. 05.07.2007 tarihli dilekçe ile telefon bedellerine yönelik talebinden fergat ettiğini bildirmiştir. Davalılar, davacının miras bırakanın mirasından feragat ettiğini, işlemlerin iradesi doğrultusunda gerçekleştirildiğini bildirip, davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, davacının menkul mallara ilişkin payını aldığı, taşınmazlardan ise pay almamayı kabul ettiği nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 08.03.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat İ. P.Öğe ile temyiz edilenler vekili Avukat M.S.E. geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi . tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal, tescil ve alacak isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; dava konusu taşınmazların, davacının 15.08.2001 tarih /8844 yevmiye nolu davalı Mücella'ya verdiği vekaletname ile intikal ve temliklerinin yapıldığı ve ayrıca menkullerinde devredildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, davacı asilin 12.05.2008 tarihli oturumdaki beyanından, vekaletnameye göre yapılan temliklerin istek ve iradesini yansıttığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de, bu beyanların Türk Medeni Kanununun 676.maddesinde öngörülen miras taksim sözleşmesi niteliği taşımayacağı gibi, böyle bir sözleşmenin kabul edilebilmesi için yazılı olması gerektiği de açıktır. Öte yandan bu beyanların Türk Medeni Kanununun 528.maddesi gereğince mirastan feragat niteliğini taşıdığını söylemekte olanaksızdır. Hal böyle olunca, yukarıdaki ilkeler dikkate alınmak suretiyle hükme yeterli bir araştırma yapılarak karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 08.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.