Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 255 - Karar Yıl 2007 / Esas No : 11666 - Esas Yıl 2006





MAHKEMESİ: GÖRELE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 07/07/2006NUMARASI: 2005/747-176Taraflar arasında görülen davada;Davacı, davalıdan aldığı 23.000 USD borca karşılık teminat amacıyla dava konusu parselde bulunan . nolu daire ile .nolu dükkanını satış suretiyle davalıya temlik ettiğini, imzalanan protokolde öngörülen zamanda borcunu davalıya ödeyemediğini, borcuna karşılık 40.000 USD ödemeyi kabul etmesine rağmen davalının 85.000 USD talep ettiğini, bunun aralarındaki inanç sözleşmesine aykırı olduğunu ileri sürerek tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, davacının inanç sözleşmesinin gereklerini yerine getirmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, tarafların aralarındaki inanç sözleşmesini fesh ettikleri, davacının 40.000 USD karşılığı taşınmazların devrini talep etmeye hakkının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ’ün raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, duruşma isteğinin tebliğ gederleri yatırılmadığından reddiyle gereği görüşülüp düşünüldü. -KARAR-Dava, taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Davacı, 23.000 USD borcuna karşılık teminat amacıyla, dava konusu .parselde bulunan .numaralı daire ile .numaralı dükkanı satış biçiminde temlik ettiğini, borcunu ödemeye hazır olmasına karşın, davalının inanç sözleşmesinde öngörülen miktardan aşırı yüksek bir meblağ talep ettiğini ileri sürerek eldeki davayı açmış; mahkeme, inanç sözleşmesinde kararlaştırılan vadade borcun ödenmediğinden söz edilerek dava reddedilmiştir. Buna göre, yanlar arasındaki uyuşmazlık, 28.11.2001 tarihli "satış protokolü" ve 27.7.2004 tarihli "özel anlaşma" da sözü edilen fiyat farkına ait hükmün geçerli olup olmadığı hususunda toplanmaktadır.Hemen belirtilmelidir ki; yasa koyucu borç doğuran akitlerin kapsamını belirlemede akit serbestisi ilkesini benimsemiştir. (B.K: 19/1) Aynı maddenin 2.fıkrasında "emredici kurallara, ahlaka (adaba) ya da kamu düzenine veya kişisel haklara aykırı bulunmadığı sürece iki tarafın yaptığı sözleşmelerin geçerli olacağı" vurgulanmıştır.Bunun yanı sıra Borçlar Kanununun 20.maddesinde "Bir akdin mevzuu gayri mümkün veya gayri muhik yahut ahlaka (adaba) muyagir olursa o akit batıldır.Akdin muhtevi olduğu şartlardan bir kısmının butlanı, akdi iptal etmeyip yalnız o şart lağvolur."denilmektedir.Gerçekten de, hükümsüz olup geçerli hale getirilemeyen işlemlerin batıl olacağı tartışmasız olup, bu hususunda res'en (kendiliğinden) nazara alınması zorunludur. Butlanı dermeyan eden kişi, davacının o konuda hakkının mevcut olduğunu kabul etmiyor demektir. Butlan niteliği itibariyle mutlak sonuç doğurur. Keza butlan, akdin bir bölümüne ilişkin de olabilir. Burada akdin yorumu değil, yanların varsayılan iradelerine dayalı olarak sözleşmenin yeniden oluşması söz konusudur. (... muteber kısım, gayri muteber kısım sebebiyle, gayri muteber olmaz. "utile per inutile non vitiatur"...) Belirtilen ilkenin doğal sonucu olarak geçerli olmayan kısım, zamanla geçerli hale gelmez. 14.1.1948 tarih 20/2 Sayılı İnançları Birleştirme Kararına göre "kanuna ve ahlaka aykırı akitlerin belli edilmesinde Borçlar Kanunu hükümleri yanında diğer mevzuatın da gözönünde bulundurulması gerekir.Emredici hukuk kuralları, uyulması zorunlu kurallardır. Yasaya aykırılık durumu, özellikle cezayı gerektiyorsa, borçlu tarafından taahhüt edilen hareket tarzı batıl olur. Ahlak ve adaba aykırılıktan amaçlanan, sosyal ve ekonomik ahlaktır. Dürüst ve doğru insanların ortalama görüşlerine göre, ahlak veya adaba aykırı sonuç doğuran ya da kolaylaştıran borçlandırıcı akitler de batıl sayılmalıdır. Ayrıca kişisel veya ekonomik özgürlüğü kabul edilemez derecede ya da olağanüstü biçimde sınırlayan sözleşmeler de ahlak ve adaba aykırı düşer. Zira, sözleşmeye bağlanan sınırlamalar, borçlunun kişilik ve bekası için zorunlu olan koşulları olağanüstü şekilde tehlikeye düşürmemeli, onun için katlanılamaz ve çökertici bir düzeye gelmemelidir. Yoksa kişi, ekonomik özgürlüğünü yitirir ve alacaklının mutlak iradesine tabi olur. Onun için yasa koyucu birçok özel hükümle borçlunun borçlarını tenzil ve refedilmesine izin vermiştir.Açıklanan ilkeler doğrultusunda, somut olaya bakıldığında, yanlar arasında 28.11.2001 tarihli harici bir "satış protokolünün" düzenlendiği; içeriğinden çekişmeli bağımsız bölümlerin teminat olarak davalıya temlik edildiği; borcun 40.000 USD olarak kararlaştırıldığı, vade öngörülmediği, belgenin 5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İnançları Birleştirme Kararı anlamında inançlı işlemin belgesi olduğu, sonradan düzenlenen 27.7.2004 tarihli belgenin ise, yeni bir borcun belgesi olmayıp eski borcun artırılması amacını taşıdığı, aşırı artış ve vadenin ise , yukarıda açıklanan gerekçelerle ve ülkemizde enflasyonun artış oranına göre, bu hükümlerin davacı için ekonomik açıdan yıkıcı bir sonuç doğuracağı gözetildiğinde geçersiz sayılması gerektiği, buna ilişkin edimin geçerli olamayacağı ve butlan kapsamına gireceği kabul edilmelidir. Dosya içerisinde bulunan ve davalı tarafından yazıldığı sonucuna varılan mektupların içerikleri de belirtilen bu olguları doğrular mahiyettedir.Hal böyle olunca, asıl borç olan 40.000 USD üzerinden hesaplanacak faiziyle birlikte saptanacak meblağın Borçlar Kanununun 81.maddesi uyarınca mahkeme veznesine depo etmesi için davacıya önel verilmesi, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle davanın reddedilmesi doğru değildir. Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 18.01.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.