Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 2467 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 2672 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : EŞME ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 27/09/2013NUMARASI : 2011/243-2013/175Taraflar arasında görülen tapu iptali tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar taraflarca yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ........... raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptal, tescil ve borç ödeninceye kadar taşınmazlar üzerinde ipotek konulması olmadığı taktirde borçlu olmadıklarının tespiti ile borç ve alacak arasındaki farkın tahsili yine olmadığı taktirde ödemiş oldukları taksitlerin tahsili isteklerine ilişkindir.Mahkemece, beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle zaman aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacı Orhan'ın dava konusu bağımsız bölümleri davalılar Yunus ve Musa ile bir kısım davalılar mirasbırakanı ........... satış suretiyle devrettiği, dava konusu 471 ada 1 parselin de dava dışı Tevfik'e devredilip bilahare davalı Yunus tarafından satın alarak davalı şirkete temlik edildiği, davacının dava konusu taşınmazların taraflar arasındaki inanç sözleşmesine dayalı olarak kredi temin etmek ve borçlara teminat sağlamak amacıyla temlik edildiğini, borçlar ödendikten sonra taşınmazların iade edileceği kararlaştırıldığı halde davalıların taşınmazları sahiplendiklerini ileri sürerek eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre, davada inançlı işlem hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır. Esasen bu yön mahkemenin de kabulündedir.Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya iade olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır. Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana(alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez. İnanan, inanç sözleşmesinden kaynaklanan bu kişisel hakkını ancak akidine karşı ileri sürebilmekte, inanç konusunun üçüncü kişilere devredilmesi halinde kural olarak onlardan istiyebileceği bir hakkı bulunmamaktadır. Ancak inanılan ile üçüncü kişinin, inananın inanç borcunu tekrar alma hakkını ortadan kaldırmak amacıyla el ve düşünce birliği içerisinde muvazaalı bir işlem (sözleşme) yapmaları halinde inananın söz konusu sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersiz olduğundan bahisle üçüncü kişi aleyhine dava açabileceği de kuşkusuzdur. İnançlı işlem inanç sözleşmesine dayandığından, sözleşmelere ilişkin zaman aşımı hükümlerinin inançlı işlemlere de uygulanacağı, bu sürenin inançlı işlemin türüne göre kıyasen tatbik edilecek vekalet ve rehin hükümlerine göre belirleneceği gerek uygulamada gerekse doktirinde baskın görüş olarak benimsenmektedir. Ne var ki, zaman aşımı süresinin başlaması için inanç ilişkisi sona ermeli veya alacak muaccel hale gelmelidir. Bu itibarla inanç sözleşmesi sona ermediği, inanç konusu inanılanda, alınan para inananda kaldığı sürece zaman aşımı süresinin başlamasına olanak yoktur. Açıklanan kuralın doğal sonucu olarak taraflar borcun ödenmesi için bir süre kararlaştırmış ve borç bu süre içerisinde ödenmemiş olsa dahi inanç ilişkisi devam ettiğinden inanç konusunun iadesi için dava açılabilir. İnanılan, kararlaştırılan sürenin geçtiğinden bahisle inanç konusunu iade etme yükümlülüğünün sona erdiğini savunarak iade borcunu yerine getirmemezlik yapamaz. Keza kararlaştırılan süre içerisinde borcun ödenmemesi halinde inanç konusunun inanılana geçeceği, inananın dava açamıyacağı yönünde inananın müzayakasından yararlanılarak sözleşmeye konulan böyle bir koşul T.M.K.nun 873 ve 863 maddelerinin buyurucu hükümlerine aykırı düşeceğinden geçersiz olup, sözleşme serbestisi kuralına dayanılamaz. Aksinin kabulü halinde borç veren borç alanın darda kalmasından yararlanarak daima inanç sözleşmelerine böyle bir hüküm koymak suretiyle söz konusu madde hükümlerinden kurtulma ve borç verdiği kişinin malını veya hakkını çok az bir bedel ile eline geçirme , onu istismar etme olanağını elde etmiş olur ki, bu husus sözleşme hukukunun genel prensiplerine, ahlaka, kanun koyucunun amacına ters bir sonuç doğurur ve tefeciliği teşvik eder. Nitekim böyle sözleşmelerin batıl olduğu B.K.nun 19. ve 20. maddelerinde hükme bağlanmıştır.İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.Açıklanmalıdır ki; uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayan, diğer yandan mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda, koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.Somut olaya gelince; mahkemece, her ne kadar zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de yukarıda değinildiği üzere bu tür davalarda zamanaşımı süresinin başlaması için öncelikle inanç ilişkisinin sona ermesi veya alacağın muaccel hale gelmesi gerektiğinden, eldeki davada olduğu gibi inanç sözleşmesinin sona ermediği, inanç konusu inanılanda, alınan para inananda kaldığı sürece zaman aşımı süresi başlamayacağından mahkeme kararının doğru olduğunu söyleyebilme imkanı bulunmamaktadır.Hal böyle olunca, mahkemece işin esasına girilerek yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, iddianın yazılı delille kanıtlanması durumunda 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 81. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 97.) maddesi de gözetilmek suretiyle değerlendirilme yapılması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması isabetsizdir. Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalının vekalet ücretine yönelik temyiz itirazının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, alının peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.02.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.