MAHKEMESİ : BODRUM 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 21/04/2008NUMARASI : 2002/564-2008/242Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;Davacılar, mirasbırakan babaları S. Ö.ın 2228 (ifrazen 4397) sayılı parselini mirastan mal kaçırmak amacıyla davalı torunu K.'a aktardığını, ondan da emanetçi olan diğer davalıya temlik edildiğini ileri sürerek tapu iptali-tescil istemişlerdir.Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, işlemlerin muvazaalı yapıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davalılar ve davacılardan A. tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Getirtilen kayıt ve belgelerden, davaya konu 2128 sayılı parselin miras bırakan .ait iken, 13.5.1992 tarihinde oğlu A.’den olma torunu 1960 doğumlu davalı K.’a satış yoluyla temlik edildiği, ondan da 21.5.1992’de dava dışı A.e satıldığı; taşınmazın 2.8.1994’de ifraz görerek 4397 ve 4398 sayılı parsellere ayrıldığı, bunlardan 4398 sayılı olanın dava dışı 3. kişilere devredildiği, 4397 sayılı parselin ise A.tarafından 18.6.1996’da satış suretiyle tekrar davalı K.a iade edildiği, davalı K.’ın da anılan parseli 8.10.1987 tarihli akitle 3. kişi konumundaki diğer davalı H.’ye sattığı anlaşılmaktadır. Dosya içeriği ve toplanan delillerle, miras bırakanın davalı torunu K.’a yaptığı temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu, K.ile A.arasındaki temliklerin de danışıklı biçimde gerçekleştirildiği saptandığından, mahkemenin adı geçenler arasındaki işlemlerin geçersizliğini benimsemesi kural olarak doğrudur. Öte yandan, keşfen belirlenen değer üzerinden yargılama sırasında harç ikmali yapılmadığına göre, ücreti vekalet takdirinde de bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davalıların ve davacı A.nin bu yönlere ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir, reddine.Ancak, davalı H.’nin iyi niyet savunması bakımından hükme yeterli bir soruşturma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Bilindiği üzere, hukukumuzda diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir.Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır.İşte bu nedenle Devlet,nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 üncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 üncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde huzur ve güveni koruma,toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.l99l tarih l990/4 esas, l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Hal böyle olunca, miras bırakanın farklı işlemleriyle ilgili olarak açıldığı belirtilen aynı nedene dayalı 1997/848-849-850 esas sayılı dava dosyalarının getirtilerek incelenmesi, varsa tarafların gösterecekleri başkaca delillerin dosyada toplanan tüm delillerle birlikte yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesi, böylece davalı Hatice’nin TMK.’nun 1023. maddesi koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilmesi isabetsizdir. Davalıların temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,25.2.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.